English    Türkçe    فارسی   

5
3617-3641

  • در بن طشت از چه بود او دردناک  ** شومی آمیزش اجزای خاک 
  • Tasın dibindeyken tortuluydu, toprak cüzülerı, ona karışmış, o şomluk onu bulandırmıştı.
  • یار ناخوش پر و بالش بسته بود  ** ورنه او در اصل بس برجسته بود 
  • Hiç de hoş olmayan dost, onun kolunu kanadını bağlamıştı. Fakat o, aslında yüceydi.
  • چون عتاب اهبطوا انگیختند  ** هم‌چو هاروتش نگون آویختند 
  • "Yeryüzüne inin" sesi gelince onu Harut gibi baş aşağı asakodu.
  • بود هاروت از ملاک آسمان  ** از عتابی شد معلق هم‌چنان  3620
  • Harut, gökteki meleklerdendi, bir azar yüzünden öylece asılı kaldı.
  • سرنگون زان شد که از سر دور ماند  ** خویش را سر ساخت و تنها پیش راند 
  • Baş aşağı asılı kalmasının sebebi, baştan çıkması, kendisini baş sanması ve yalnızca öne geçmeye kalkışmasıydı.
  • آن سپد خود را چو پر از آب دید  ** کر استغنا و از دریا برید 
  • Sepet, kendisini suyla dolu görünce nazlandı, istiğnaya girişti de sudan çekildi hani.
  • بر جگر آبش یکی قطره نماند  ** بحر رحمت کرد و او را باز خواند 
  • Fakat ciğerinde bir katrecik suyu bile kalmadı. Bunun üzerine deniz, acıdı da onu tekrar davet etti.
  • رحمتی بی‌علتی بی‌خدمتی  ** آید از دریا مبارک ساعتی 
  • Denizden sebepsiz bir hizmet karşılığı olmaksızın rahmet gelir. Bu, ne kutlu andır.
  • الله الله گرد دریابار گرد  ** گرچه باشند اهل دریابار زرد  3625
  • Tanrı hakkı için denizin etrafında dönüp dolaşmak, denizde gezenlerin yüzleri, sarı olsa bile aldırış etmemek gerek.
  • تا که آید لطف بخشایش‌گری  ** سرخ گردد روی زرد از گوهری 
  • Denizin etrafında dönüp dolaşmak ki Tanrı’nın lûtfu, bağışlaması gelip çatıversin de sararmış yüz, bir mücevher bularak kızarsın.
  • زردی رو بهترین رنگهاست  ** زانک اندر انتظار آن لقاست 
  • Yüzün sarı rengi, renklerin en iyisidir. Çünkü o yüze kavuşmayı beklemektedir.
  • لیک سرخی بر رخی که آن لامعست  ** بهر آن آمد که جانش قانعست 
  • Fakat bir adamın yüzünde parlayıp duran kırmızılık, o adamın canının, bulunduğuna kani olmasındandır.
  • که طمع لاغر کند زرد و ذلیل  ** نیست او از علت ابدان علیل 
  • Halbuki insanı zayıflatan, alçaltan, sarartıp solduran tamahtır. Bu solgunluk ve arıklık, bedene ait illetlerden değildir.
  • چون ببیند روی زرد بی‌سقم  ** خیره گردد عقل جالینوس هم  3630
  • Hastalıksız bir sarı yüz görse Calinas'un bile aklı şaşar.
  • چون طمع بستی تو در انوار هو  ** مصطفی گوید که ذلت نفسه 
  • Fakat tamahı bağladın mı Tanrı nurlarına dalarsın. Mustafa, bunun için "Tamaha düşenin nefsi alçalır" demiştir.
  • نور بی‌سایه لطیف و عالی است  ** آن مشبک سایه‌ی غربالی است 
  • Gölgesiz nur, lâtiftir, yücedir. Kafes kafes vuran nura, bir kalburdan aksetmededir. O kafes şeklindeki gölge, kalburun gölgesidır.
  • عاشقان عریان همی‌خواهند تن  ** پیش عنینان چه جامه چه بدن 
  • Âşıklar, bedenlerinin çıplak olmasını isterler. Fakat erkekliği olmıyana ha elbise olmuş, ha olmamış!
  • روزه‌داران را بود آن نان و خوان  ** خرمگس را چه ابا چه دیگدان 
  • O ekmek ve sofra, oruçlulara çıkar. At sineğine çorba nedir, tencere ne?
  • دگربار استدعاء شاه از ایاز کی تاویل کار خود بگو و مشکل منکران را و طاعنان را حل کن کی ایشان را در آن التباس رها کردن مروت نیست 
  • Padişahın Eyaz'a, halini söyle de müşküle düşenlerle seni kınayanların müşküllerini hallet. Onları bu müşkülde bırakmak erlik değildir diye bir kere daha emretmesi
  • این سخن از حد و اندازه‌ست بیش  ** ای ایاز اکنون بگو احوال خویش  3635
  • Bu söz, hadde hesaba sığmaz... Ey Eyaz, sen şimdi ahvalini söyle.
  • هست احوال تو از کان نوی  ** تو بدین احوال کی راضی شوی 
  • Senin ahvalin, bir yenilik madeninden meydana gelmede. Sen bu hallere nasıl razı olabilirsin ki?
  • هین حکایت کن از آن احوال خوش  ** خاک بر احوال و درس پنج و شش 
  • Hadi, o güzel hallerini anlat da şu beş duyguyla altı cihet ahvalinin başına toprak saç!
  • حال باطن گر نمی‌آید بگفت  ** حال ظاهر گویمت در طاق وجفت 
  • iç ahvali, söze gelmiyorsa sana tek ve çift perdesi altında dış halini söyleyeyim:
  • که ز لطف یار تلخیهای مات  ** گشت بر جان خوشتر از شکرنبات 
  • Bil ki sevgilinin lûtfiyle ölümün acılıkları bile cana şeker kamışından daha hoş gelmede.
  • زان نبات ار گرد در دریا رود  ** تلخی دریا همه شیرین شود  3640
  • O tatlı nebattan denize bir toz uçsa denizin tuzluluğu kalmaz, baştanbaşa tatlılaşır.
  • صدهزار احوال آمد هم‌چنین  ** باز سوی غیب رفتند ای امین 
  • Ey emniyetli dost, bunun gibi yüz binlerce haller gelir, sonra yine geldiği gibi gayp âlemine gider.