English    Türkçe    فارسی   

5
600-624

  • لاجرم دنیا مقدم آمدست  ** تا بدانی قدر اقلیم الست  600
  • Hasılı Elest ikliminin kadrini bilesin diye dünya, önce gelmiştir.
  • چون ازینجا وا رهی آنجا روی  ** در شکرخانه‌ی ابد شاکر شوی 
  • Fakat buradan kurtulup oraya vardın mı ebed şeker hanesinde şükreder durursun.
  • گویی آنجا خاک را می‌بیختم  ** زین جهان پاک می‌بگریختم 
  • Dersin ki: Sanki orada toprak elemişim. Bu tertemiz alemden kaçıp duruyormuşum.
  • ای دریغا پیش ازین بودیم اجل  ** تا عذابم کم بدی اندر وجل 
  • Keşke bundan önce ölseydim de o balçıkta çektiklerim, daha az olsaydı.
  • در تفسیر قول رسول علیه‌السلام ما مات من مات الا و تمنی ان یموت قبل ما مات ان کان برا لیکون الی وصول البر اعجل و ان کان فاجرا لیقل فجوره 
  • Rasul aleyhisselam’ın “Ölümünü ölmeden önce istiyen ölmemiş sayılır. İyiyse iyiliğe ulaşmaya acele eder, kötüyse kötülüğünün azalmasını diler” hadisinin tefsiri
  • زین بفرمودست آن آگه رسول  ** که هر آنک مرد و کرد از تن نزول 
  • İşte onun için o her şeyi bilen peygamber, “Kim ölür bedenini terk ederse,
  • نبود او را حسرت نقلان و موت  ** لیک باشد حسرت تقصیر و فوت  605
  • Öldüğünden, göçtüğünden dolayı hasrete düşmez. Ancak taksiratından, fırsatı fevt ettiğinden hasrete düşer.
  • هر که میرد خود تمنی باشدش  ** که بدی زین پیش نقل مقصدش 
  • Ölen keşke maksadıma bundan önce erişseydim diye diler.
  • گر بود بد تا بدی کمتر بدی  ** ور تقی تا خانه زوتر آمدی 
  • Kötüyse, önce ölseydi kötülüğü daha az olurdu. İyiyse, iyilik yurduna daha önce gelirdi.
  • گوید آن بد بی‌خبر می‌بوده‌ام  ** دم به دم من پرده می‌افزوده‌ام 
  • Kötü, haberim yokmuş, ben an be an önümdeki perdeleri arttırıp duruyormuşum.
  • گر ازین زودتر مرا معبر بدی  ** این حجاب و پرده‌ام کمتر بدی 
  • Bundan önce buraya göçseydim bu perdem, daha az olurdu der” buyurmuştur.
  • از حریصی کم دران روی قنوع  ** وز تکبر کم دران چهره‌ی خشوع  610
  • Hırsa düşüp kanaat yüzünü az yırt. Ululanıp aşağılanma yüzünü az incit.
  • هم‌چنین از بخل کم در روی جود  ** وز بلیسی چهره‌ی خوب سجود 
  • Hasisliğinden cömertlik yüzünü, Şeytanlığından secdenin güzelim cemalini az parala.
  • بر مکن آن پر خلد آرای را  ** بر مکن آن پر ره‌پیمای را 
  • O cenneti bezeyen kanatları yolma. O yolları kaplayan kanatları koparma.
  • چون شنید این پند در وی بنگریست  ** بعد از آن در نوحه آمد می‌گریست 
  • Tavus kuşu, bu öğüdü duyunca ona baktı. Sonra da zari, zari ağlamaya koyuldu.
  • نوحه و گریه‌ی دراز دردمند  ** هر که آنجا بود بر گریه‌ش فکند 
  • O dertlini feryadı figanı orada bulunanları da feryada düşürdü.
  • وآنک می‌پرسید پر کندن ز چیست  ** بی‌جوابی شد پشیمان می‌گریست  615
  • Neden kanatlarını yoluyorsun diye soran cevapsız kalıp pişman bir halde ağlamalı oldu.
  • کز فضولی من چرا پرسیدمش  ** او ز غم پر بود شورانیدمش 
  • Neden boşboğazlıkta bulundum da sordum? O, zaten dertle doluymuş, ben onu büsbütün coşturdum diyordu.
  • می‌چکید از چشم تر بر خاک آب  ** اندر آن هر قطره مدرج صد جواب 
  • Gözlerinden akan yaşlar toprağa damlamakta idi. Damlayan katraların her birinde yüzlerce cevap vardı.
  • گریه‌ی با صدق بر جانها زند  ** تا که چرخ و عرش را گریان کند 
  • Doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur, feleği ve arşı bile ağlatır.
  • عقل و دلها بی‌گمان عرشی‌اند  ** در حجاب از نور عرشی می‌زیند 
  • Akıl ve gönüller, şüphe yok ki arşa mensuptur, hicap içinde olarak arş nurundan doğarlar.
  • در بیان آنک عقل و روح در آب و گل محبوس‌اند هم‌چون هاروت و ماروت در چاه بابل 
  • Akıl ve ruh da Harut ve Marut’un Babil Kuyusunda mahpus oldukları gibi balçık içinde mahpustur.
  • هم‌چو هاروت و چو ماروت آن دو پاک  ** بسته‌اند اینجا به چاه سهمناک  620
  • Harut’la Marut gibi. O iki temiz melek de bu alemde korkunç bir kuyuda mahpusturlar.
  • عالم سفلی و شهوانی درند  ** اندرین چه گشته‌اند از جرم‌بند 
  • Aşağılık şehvet alemine düştüler de suçları yüzünden bu kuyuda bağlana kaldılar.
  • سحر و ضد سحر را بی‌اختیار  ** زین دو آموزند نیکان و شرار 
  • İyilerle kötüler büyüyü ve büyüyü bozan şeyleri bu iki melekten öğrenirler.
  • لیک اول پند بدهندش که هین  ** سحر را از ما میاموز و مچین 
  • Fakat önce kendine gel, büyüyü öğrenme vazgeç bu sevdadan.
  • ما بیاموزیم این سحر ای فلان  ** از برای ابتلا و امتحان 
  • Biz bu büyüyü seni belaya uğratmak ve sınamak için öğretiriz diye öğüt verirler.