-
بدرومتان همچو کشت ای قوم دون ** نه خراج استانم و نه هم فسون
- Size kötülük eder, sizi ekin gibi keser biçerim. Ne vergi alırım, ne afsun dinlerim dedi.
-
بس جوال زر کشیدندش به راه ** کز چنین شهری ابوبکری مخواه
- Yoluna altın dolu bir çuval getirip, bu şehirden Ebubekir adlı birini isteme.
-
کی بود بوبکر اندر سبزوار ** یا کلوخ خشک اندر جویبار
- Sebzvar’da nasıl olur da Ebubekir bulunur? Hiç dere içinde ıslanmamış toprak parçası bulunur mu? dediler.
-
رو بتابید از زر و گفت ای مغان ** تا نیاریدم ابوبکر ارمغان 855
- Padişah altından yüz çevirip “A mecusiler” dedi, Ebubekir adlı birisini armağan olarak getirmedikçe
-
هیچ سودی نیست کودک نیستم ** تا به زر و سیم حیران بیستم
- Fayda yok. ben çocuk değilim ki altına, gümüşe hayran olayım.”
-
تا نیاری سجده نرهی ای زبون ** گر بپیمایی تو مسجد را به کون
- Ey zebun kişi sen de secde etmedikçe kıçınla mescidi silip süpürsen kurtulamazsın.
-
منهیان انگیختند از چپ و راست ** که اندرین ویرانه بوبکری کجاست
- Şehirliler, sağdan, soldan haberciler uçurdular. Bu yıkık yerde bir Ebubekir var mı nerede? diye aramaya koyuldular.
-
بعد سه روز و سه شب که اشتافتند ** یک ابوبکری نزاری یافتند
- Üç gün üç gece koşup tozduktan sonra bir arık Ebubekir bulabildiler.
-
ره گذر بود و بمانده از مرض ** در یکی گوشهی خرابه پر حرض 860
- Yolcuymuş, hastalıktan yıkık bir yerin bir bucağında kuruyup kalmış.
-
خفته بود او در یکی کنجی خراب ** چون بدیدندش بگفتندش شتاب
- Bir yıkık bucakta uyuyormuş. Onu görünce, çabuk dediler,
-
خیز که سلطان ترا طالب شدست ** کز تو خواهد شهر ما از قتل رست
- Kalk seni padişah istiyor. Senin yüzünden şehrimiz ölümden kurtulacak.
-
گفت اگر پایم بدی یا مقدمی ** خود به راه خود به مقصد رفتمی
- Adam dedi ki: Ayağım olsaydı, yürümeye kudret bulsaydım gideceğim yere giderdim.
-
اندرین دشمنکده کی ماندمی ** سوی شهر دوستان میراندمی
- Bu düşman yurdunda kalır mıydım hiç? Sevgililerin şehrine koşar giderdim.
-
تختهی مردهکشان بفراشتند ** وان ابوبکر مرا برداشتند 865
- Ölü taşıyan bir salacayı getirip Ebubekir’i üstüne yatırdılar.
-
سوی خوارمشاه حمالان کشان ** میکشیدندش که تا بیند نشان
- Hamallara verip görsün diye Harzemşah’ın huzuruna götürdüler.
-
سبزوارست این جهان و مرد حق ** اندرین جا ضایعست و ممتحق
- Bu cihan, Sebzvar’dır. Tanrı eri, burada zayi olur gider.
-
هست خوارمشاه یزدان جلیل ** دل همی خواهد ازین قوم رذیل
- Harzemşah ulu Tanrıdır. Bu rezil kavimden gönül istemektedir.
-
گفت لا ینظر الی تصویرکم ** فابتغوا ذا القلب فیتدبیر کم
- Peygamber, “Tanrı, suretlerinize bakmaz, kalbe bakar. Kalp işlerinizi düzene koyun” demiştir.
-
من ز صاحبدل کنم در تو نظر ** نه به نقش سجده و ایثار زر 870
- Tanrı, ben sana, bir gönül sahibinden bakarım. Secdene, altın vermene bakmam bile demektedir.
-
تو دل خود را چو دل پنداشتی ** جست و جوی اهل دل بگذاشتی
- Sen, gönlünü gönül sandın da gönül sahiplerini aramayı bıraktın.
-
دل که گر هفصد چو این هفت آسمان ** اندرو آید شود یاوه و نهان
- Gönül öyle bir varlıktır ki bu yedi gök gibi yedi yüz tanesini oraya koysan kaybolur gider.
-
این چنین دل ریزهها را دل مگو ** سبزوار اندر ابوبکری بجو
- Bu çeşit gönül kırıklarına gönül deme. Sebzvar’da Ebubekir arama.
-
صاحب دل آینهی ششرو شود ** حق ازو در شش جهت ناظر بود
- Gönül sahibi, altı yüzlü aynadır. Tanrı, altı cihette de o aynadan nazar eder durur.
-
هر که اندر شش جهت دارد مقر ** نکندش بیواسطهی او حق نظر 875
- Altı cihette bulunan, bu cihetlerden kurtulamayan kişiye Tanrı, o gönül sahibi vasıta olamadıkça nazar etmez.
-
گر کند رد از برای او کند ** ور قبول آرد همو باشد سند
- Birisini reddederse onun için eder. Kabul ederse yine şefaatçi odur.