English    Türkçe    فارسی   

5
903-927

  • آنک زرق او خوش آید مر ترا  ** آن ولی تست نه خاص خدا 
  • Halbuki riyası, sana hoş gelen, tabiatına uygun olan kişi, dostundur. Dostundur ama Tanrı’nın dostu değil ki!
  • هر که او بر خو و بر طبع تو زیست  ** پیش طبع تو ولی است و نبیست 
  • Kim senin huyuna suyuna giderse sence ya velidir, ya peygamber.
  • رو هوا بگذار تا بویت شود  ** وان مشام خوش عبرجویت شود  905
  • Yürü, hava ve hevesi bırak da bir koku al, o güzelim amber kokusunu duy.
  • از هوارانی دماغت فاسدست  ** مشک و عنبر پیش مغزت کاسدست 
  • Hava ve hevesine uyarsan dimağın bozulur. Misk ve amber sence hiçbir şeye yaramaz bir hale gelir.
  • حد ندارد این سخن و آهوی ما  ** می‌گریزد اندر آخر جابجا 
  • Bu sözün sonu gelmez, halbuki ceylanımız, ahırda bir yerden bir yere kaçıp durmada.
  • بقیه‌ی قصه‌ی آهو و آخر خران 
  • Eşekler ahırındaki ceylan hikayesinin arta kalanı
  • روزها آن آهوی خوش‌ناف نر  ** در شکنجه بود در اصطبل خر 
  • O göbeği miskli ceylan, günlerce eşek ahırında işkence çekmekteydi.
  • مضطرب در نزع چون ماهی ز خشک  ** در یکی حقه معذب پشک و مشک 
  • Karaya vurmuş balık gibi can çekişmede, çırpınıp durmadaydı. Pislikle misk, adeta bir hokkaya girmişti.
  • یک خرش گفتی که ها این بوالوحوش  ** طبع شاهان دارد و میران خموش  910
  • Bir eşek diyordu ki: Ha, bu hayvanlar babası, padişahlarla beylerin huyunda susun!
  • وآن دگر تسخر زدی کز جر و مد  ** گوهر آوردست کی ارزان دهد 
  • Başka bir eşek, onun gidip gelmesine bakıp alay ederek bir inci bulmuş, nasıl olur da ucuza satar? diyordu.
  • وآن خری گفتی که با این نازکی  ** بر سریر شاه شو گو متکی 
  • Bir başka eşek, söyleyin diyordu, bu naziklikle padişahın tahtına çıkıp yaslansın.
  • آن خری شد تخمه وز خوردن بماند  ** پس برسم دعوت آهو را بخواند 
  • Bir başka eşek de çok yemiş, imtilaya uğramış, yemeden kalmıştı. Ceylanı çağırdı.
  • سر چنین کرد او که نه رو ای فلان  ** اشتهاام نیست هستم ناتوان 
  • Ceylan başını kaldırıp, hayır iştahım yok, kuvvetsizim dedi.
  • گفت می‌دانم که نازی می‌کنی  ** یا ز ناموس احترازی می‌کنی  915
  • Eşek dedi ki: Biliyorum ki nazlanıyorsun. Yahut da utanıyorsun da onun için çekinmektesin.
  • گفت او با خود که آن طعمه‌ی توست  ** که از آن اجزای تو زنده و نوست 
  • Ceylan kendi kendisine o yemek senin yemeğin. Senin bedeninin cüzileri, ondan dirilmekte, tazeleşmekte.
  • من الیف مرغزاری بوده‌ام  ** در زلال و روضه‌ها آسوده‌ام 
  • Ben çayırlığın arkadaşıydım. Duru sularla, bağlar, bahçelerle avunur, eğlenirdim.
  • گر قضا انداخت ما را در عذاب  ** کی رود آن خو و طبع مستطاب 
  • Kaza ve kader, bizi azaba düşürse o huy, o güzel tabiat nasıl olur da değişiverir?
  • گر گدا گشتم گدارو کی شوم  ** ور لباسم کهنه گردد من نوم 
  • Yoksul olduysam bile nasıl olurda yoksulca hareket ederim? Elbisem eskidiyse ben yeniyim.
  • سنبل و لاله و سپرغم نیز هم  ** با هزاران ناز و نفرت خورده‌ام  920
  • Ben, sümbülü, laleyi, reyhanı bile binlerce nazla ve istemeyerek yerdim dedi.
  • گفت آری لاف می‌زن لاف‌لاف  ** در غریبی بس توان گفتن گزاف 
  • Eşek, evet dedi, söylen, mırıldan. Gariplikle çok saçma şeyler söylenebilir.
  • گفت نافم خود گواهی می‌دهد  ** منتی بر عود و عنبر می‌نهد 
  • Ceylan dedi ki: Göbeğim, sözlerime tanıklık etmede. Öd ağacı ile ambere bile ehemmiyet vermemede.
  • لیک آن را کی شنود صاحب‌مشام  ** بر خر سرگین‌پرست آن شد حرام 
  • Fakat koku almayan, bunları nereden duyacak? Pisliğe tapan eşeğe o koku haramdır.
  • خر کمیز خر ببوید بر طریق  ** مشک چون عرضه کنم با این فریق 
  • Eşek, yolda eşek pisliğini koklar. Bu çeşit mahluklara miski nasıl sunabilirim?
  • بهر این گفت آن نبی مستجیب  ** رمز الاسلام فی‌الدنیا غریب  925
  • O şefaatçi peygamber, bu yüzden “İslam dünyada gariptir” remzini söylemiştir.
  • زانک خویشانش هم از وی می‌رمند  ** گرچه با ذاتش ملایک هم‌دمند 
  • Çünkü zati, meleklerle hem dem olmakla beraber akrabaları bile ondan kaçarlar.
  • صورتش را جنس می‌بینند انام  ** لیک از وی می‌نیابند آن مشام 
  • Halk onun suretine bakar, onu kendilerine cins sanır ama ondaki kokuyu duymaz.