English    Türkçe    فارسی   

6
1329-1353

  • بر لب جو صوفیی بنشسته بود  ** دست و رو می‌شست و پاکی می‌فزود 
  • Su kenarında bir sofi oturmuş, elini yüzünü yıkıyor, temizken bir kat daha temiz oluyordu.
  • او قفااش دید چون تخییلیی  ** کرد او را آرزوی سیلیی  1330
  • Hasta sofinin kafasını görünce hülyaya kapıldı, içinden bir sille vurmak isteği coştu.
  • بر قفای صوفی حمزه‌پرست  ** راست می‌کرد از برای صفع دست 
  • Bulgur aşına tapan sofinin kellesine vurmak için elini kaldırdı.
  • کارزو را گر نرانم تا رود  ** آن طبیبم گفت کان علت شود 
  • Hekim, içinden geçeni yapmazsan o, sana dert olur dedi.
  • سیلیش اندر برم در معرکه  ** زانک لا تلقوا بایدی تهلکه 
  • Allah da “Kendinizi, elinizle, tehlikeye atmayın” buyurmuştur. Hele bir sille aşk edeyim.
  • تهلکه‌ست این صبر و پرهیز ای فلان  ** خوش بکوبش تن مزن چون دیگران 
  • Bu sabır ve perhiz, bir tehlikedir. Başkaları gibi çekinme, bir iyice vur bakalım diyordu.
  • چون زدش سیلی برآمد یک طراق  ** گفت صوفی هی هی ای قواد عاق  1335
  • Silleyi aşk edince sofinin kellesinden şırrak diye bir ses çıktı. Sofi, hey asi kaltaban diye bağırdı.
  • خواست صوفی تا دو سه مشتش زند  ** سبلت و ریشش یکایک بر کند 
  • Ona iki üç yumruk vurmak, sakalını, bıyığını yolmak istedi ama vazgeçti.
  • خلق رنجور دق و بیچاره‌اند  ** وز خداع دیو سیلی باره‌اند 
  • Halk da hastadır, hummalıdır, çaresizdir. Şeytanın igvasıyla böyle sille vurur durur.
  • جمله در ایذای بی‌جرمان حریص  ** در قفای همدگر جویان نقیص 
  • Hepside suçsuzları incitmeye haristir. Birbirlerinin kafasını noksan görürler
  • ای زننده بی‌گناهان را قفا  ** در قفای خود نمی‌بینی جزا 
  • Ey suçsuzların kafasına vuran, bunun cezasını kendi kafanda görmüyor musun?
  • ای هوا را طب خود پنداشته  ** بر ضعیفان صفع را بگماشته  1340
  • Ey hava ve hevesini hekimlik sanıp zayıfları tokatlamaya kalkışan!
  • بر تو خندید آنک گفتت این دواست  ** اوست که آدم را به گندم رهنماست 
  • Sana bu ilâçtır diyen, seninle alay etmiş, sana gülmüştür. O, Âdem’e de buğdaya kılavuzluk ettiydi ya!
  • که خورید این دانه او دو مستعین  ** بهر دارو تا تکونا خالدین 
  • Ey Allah yardımını dileyen Âdem ve Havva, ilâç için bunu yiyin, “Ebedi olarak yaşarsınız” demişti ya!
  • اوش لغزانید و او را زد قفا  ** آن قفا وا گشت و گشت این را جزا 
  • Şeytan, Âdem’in ayağını titretti, sürçtürdü, onun kafasına vurdu. Fakat o sille döndü, şeytanın kafasına geldi, ona ceza oldu.
  • اوش لغزانید سخت اندر زلق  ** لیک پشت و دستگیرش بود حق 
  • Şeytan, Âdem’i adam akıllı sürçtürdü ama Âdem’in arkası Allah idi, elini tutan Haktı.
  • کوه بود آدم اگر پر مار شد  ** کان تریاقست و بی‌اضرار شد  1345
  • Âdem bir dağdı, yılanla dolsa ne çıkar? Tiryak madeniydi, ona hiçbir zarar gelmedi.
  • تو که تریاقی نداری ذره‌ای  ** از خلاص خود چرایی غره‌ای 
  • Sende tiryakten bir zerre bile yok, kurtulacağını nasıl umuyor, nasıl aldanıyorsun?
  • آن توکل کو خلیلانه ترا  ** وآن کرامت چون کلیمت از کجا 
  • Nerede sen de Halil’cesine Allahya dayanma, nerede sende Kelîm’deki keramet?
  • تا نبرد تیغت اسمعیل را  ** تا کنی شه‌راه قعر نیل را 
  • Nerede o Allahya dayanma ki kılıcın İsmail’i kesmesin, nerede o keramet ki Nil’in dibini ana cadde yapasın?
  • گر سعیدی از مناره اوفتید  ** بادش اندر جامه افتاد و رهید 
  • Kutlu bir adam, minareden düşse elbisesine rüzgâr dolar, onu yere yavaş indirir, kurtulur.
  • چون یقینت نیست آن بخت ای حسن  ** تو چرا بر باد دادی خویشتن  1350
  • Ey güzel adam, o bahta inanmıyorsan neden kendini yele veriyorsun ya?
  • زین مناره صد هزاران هم‌چو عاد  ** در فتادند و سر و سر باد داد 
  • Bu minareden Âd gibi yüz binlercesi tepesi üstüne düştü, başlarını da yele verdiler, canlarını da.
  • سرنگون افتادگان را زین منار  ** می‌نگر تو صد هزار اندر هزار 
  • Bu minareden tepesi üstüne düşen milyonlarca kişiye bak.
  • تو رسن‌بازی نمیدانی یقین  ** شکر پاها گوی و می‌رو بر زمین 
  • İp üstünde oynamayı bilmiyorsan ayaklarına şükret, yeryüzünde yürü.