English    Türkçe    فارسی   

6
1468-1492

  • جمله استادان پی اظهار کار  ** نیستی جویند و جای انکسار 
  • Bütün ustalar, işlerini göstermek için yokluğu ve sınıklık yurdunu ararlar.
  • لاجرم استاد استادان صمد  ** کارگاهش نیستی و لا بود 
  • Ustaların ustası Allah’nın da tezgâhı yokluktur.
  • هر کجا این نیستی افزون‌ترست  ** کار حق و کارگاهش آن سرست  1470
  • Nerde yokluk fazlaysa orası Allah tezgâhıdır, Allah işi oradadır.
  • نیستی چون هست بالایین طبق  ** بر همه بردند درویشان سبق 
  • Yokluk , en yüksek derece olduğundan yoksullar, oraya vardılar, ödülü aldılar.
  • خاصه درویشی که شد بی جسم و مال  ** کار فقر جسم دارد نه سال 
  • Hele bedenini, malını yok etmiş derviş, hepsinden ileridir. Fakat iş beden yokluğundadır, dilencilikte değil.
  • سایل آن باشد که مال او گداخت  ** قانع آن باشد که جسم خویش باخت 
  • Dilenci, malı bitmiş kişidir; kanaat sahibi ise, bedenine kıyan kişi.
  • پس ز درد اکنون شکایت بر مدار  ** کوست سوی نیست اسپی راهوار 
  • Artık dertten şikâyet etme. Çünkü dert , insanı yokluğa sürüp götüren rahvan bir attır.
  • این قدر گفتیم باقی فکر کن  ** فکر اگر جامد بود رو ذکر کن  1475
  • Ben bu kadarını söyledim, ötesini sen düşün. Fikrin donmuşsa , düşünemiyorsan yürü, zikret.
  • ذکر آرد فکر را در اهتزاز  ** ذکر را خورشید این افسرده ساز 
  • Zikir, fikri titretir, harekete getirir. Zikri bu donmuş fikre güneş yap.
  • اصل خود جذبه است لیک ای خواجه‌تاش  ** کار کن موقوف آن جذبه مباش 
  • İşin aslı cezp eder. Fakat kardeş , işten kalıp o cezbeyi bekleme.
  • زانک ترک کار چون نازی بود  ** ناز کی در خورد جانبازی بود 
  • Çünkü işi bırakmak , nazlanmaya benzer. Canıyla oynayan hiç nazlanabilir mi?
  • نه قبول اندیش نه رد ای غلام  ** امر را و نهی را می‌بین مدام 
  • Oğul,ne kabul edilmeyi düşün, ne reddedilmeyi. Sen daima emri, nehyi gör, gözet.
  • مرغ جذبه ناگهان پرد ز عش  ** چون بدیدی صبح شمع آنگه بکش  1480
  • Derken cezbe kuşu , birden bire çerden çöpten yapılmış yuvasından uçar, görünüverir. Onu gördün mü sabah oldu demektir, mumu o vakit söndür.
  • چشمها چون شد گذاره نور اوست  ** مغزها می‌بیند او در عین پوست 
  • Gözler , perdeleri delip hakikati görmeye başladı mı bu nur, onun nurudur artık. Bu nura sahip olan , dışa bakar, içi görür.
  • بیند اندر ذره خورشید بقا  ** بیند اندر قطره کل بحر را 
  • Zerrede ebedî varlık güneşini görür, katrada bütün denizi.
  • بار دیگر رجوع کردن به قصه‌ی صوفی و قاضی 
  • Yine sofi hikâyesi,sofiyle kadı
  • گفت صوفی در قصاص یک قفا  ** سر نشاید باد دادن از عمی 
  • Sofi dedi ki: Kafaya yenen bir sille yüzünden körcesine baş vermeye gelmez.
  • خرقه‌ی تسلیم اندر گردنم  ** بر من آسان کرد سیلی خوردنم 
  • Teslim hırkasını giyinmişim, bana sille yemek kolay gelir.
  • دید صوفی خصم خود را سخت زار  ** گفت اگر مشتش زنم من خصم‌وار  1485
  • Düşmanını pek arık gördü, ben de düşmanca bir yumruk vursam.
  • او به یک مشتم بریزد چون رصاص  ** شاه فرماید مرا زجر و قصاص 
  • Kalay gibi eriyip akıverecek. Derken padişah kısas emredecek.
  • خیمه ویرانست و بشکسته وتد  ** او بهانه می‌جود تا در فتد 
  • Zaten çadır harap, direk kırık, yıkılmaya bahane arıyor.
  • بهر این مرده دریغ آید دریغ  ** که قصاصم افتد اندر زیر تیغ 
  • Bu ölü herif için kılıç altına gitmek, kısasa razı olmak yazıktır doğrusu, yazık dedi.
  • چون نمی‌توانست کف بر خصم زد  ** عزمش آن شد کش سوی قاضی برد 
  • Onu dövemediğinden kadıya götürmeyi kurdu.
  • که ترازوی حق است و کیله‌اش  ** مخلص است از مکر دیو و حیله‌اش  1490
  • Çünkü kadı, Allahnın terazisidir. Kilesine şeytan hilesi giremez.
  • هست او مقراض احقاد و جدال  ** قاطع جن دو خصم و قیل و قال 
  • O, hasetlerin, çekişlerin makasıdır. İki düşmanın savaşını, dedikodusunu keser.
  • دیو در شیشه کند افسون او  ** فتنه‌ها ساکن کند قانون او 
  • Afsunu ,şeytanı şişeye hapseder. Kanunu, fitneleri yatıştırır.