-
بلک میداند که گنج شاهوار ** در خرابیها نهد آن شهریار
- O biliyordu ki padişahlara lâyık defineyi, padişah, yıkık yerlere gömer.
-
بدگمانی نعل معکوس ویست ** گرچه هر جزویش جاسوس ویست 1635
- O yıkık yerin her cüzü, defineyi gösterir ama kötü zan, o defineyi kaybetmek için tersine çakılmış nal izlerine benzer.
-
بل حقیقت در حقیقت غرقه شد ** زین سبب هفتاد بل صد فرقه شد
- Hattâ doğrusu hakikat, hakikatte garkolmuştur da bu sebeple yetmiş fıkra, belki de yüz fıkra meydana çıkmıştır.
-
با تو قلماشیت خواهم گفت هان ** صوفیا خوش پهن بگشا گوش جان
- Sofi, can kulağını iyi aç, sana kendi saçma sözlerini anlatıyorum.
-
مر ترا هم زخم که آید ز آسمان ** منتظر میباش خلعت بعد آن
- Takdir sana bir zahım vurdu mu bekle, ondan sonra bir ağır elbise giydirecektir.
-
کو نه آن شاهست کت سیلی زند ** پس نبخشد تاج و تخت مستند
- Çünkü o, silleyi vurduktan sonra taç ve taht bağışlamayacak bir padişah değildi.
-
جمله دنیا را پر پشه بها ** سیلیی را رشوت بیمنتها 1640
- Bütün dünya, onca bir sinek kanadı değerindedir. Bir silleye karşı da sonsuz ihsanlarda bulunur.
-
گردنت زین طوق زرین جهان ** چست در دزد و ز حق سیلی ستان
- Boynunu, dünyanın şu altın boyunduruğundan çabuk kurtar da Allahdan sille satın almaya bak.
-
آن قفاها که انبیا برداشتند ** زان بلا سرهای خود افراشتند
- Peygamberler de dertlere, musibetlere sabrettiler de o yüzden başlarını yücelttiler.
-
لیک حاضر باش در خود ای فتی ** تا به خانه او بیابد مر ترا
- Fakat yiğidim, hazırlan, bekle de gelince seni evde bulsun.
-
ورنه خلعت را برد او باز پس ** که نیابیدم به خانهش هیچ کس
- Yoksa eve geldim, kimsecikler yoktu diye getirdiği elbiseyi geri götürür ha!
-
باز سال کردن صوفی از آن قاضی
- Sofinin ,yine kadıya sorması
-
گفت صوفی که چه بودی کین جهان ** ابروی رحمت گشادی جاودان 1645
- Sofi dedi ki: Ne olurdu yâni, bu âlem, ebedî olarak insana gülseydi, hiç kaşlarını çatmasaydı.
-
هر دمی شوری نیاوردی به پیش ** بر نیاوردی ز تلوینهاش نیش
- Her an ortaya bir acılık katmasaydı, değişip durarak insana zahmetler vermeseydi.
-
شب ندزدیدی چراغ روز را ** دی نبردی باغ عیش آموز را
- Gündüzün nurunu gece çalmasaydı, zevk ve sefalar sürülen bahçeyi kış talan etmeseydi.
-
جام صحت را نبودی سنگ تب ** آمنی با خوف ناوردی کرب
- Sıhhat kadehi humma taşı ile kırılmasaydı, eminliği dert ve elem korkusu bozmasaydı.
-
خود چه کم گشتی ز جود و رحمتش ** گر نبودی خرخشه در نعمتش
- Hâsılı nimetinde bir hırıltı, gürültü olmasaydı cömertliğinden, ne eksilirdi ki?
-
جواب قاضی سال صوفی را و قصهی ترک و درزی را مثل آوردن
- Kadının sofiye cevap vermesi ve Türkle terzi hikâyesini örnek getirmesi
-
گفت قاضی بس تهیرو صوفیی ** خالی از فطنت چو کاف کوفیی 1650
- Kadı, pek bomboş bir sofisin sen. Kûfî yazıdaki kef gibi bomboşsun, bir parçacık bile aklın yok.
-
تو بنشنیدی که آن پر قند لب ** غدر خیاطان همیگفتی به شب
- Ağzından şekerler saçan hikâyeci, geceleri terzilerin hainliklerini anlatır, hiç duymadın mı sen?
-
خلق را در دزدی آن طایفه ** مینمود افسانههای سالفه
- Onların halkı nasıl soyup soğana çevirdiklerine dair geçmiş zamanlardaki hikâyeleri anlatır durur.
-
قصهی پارهربایی در برین ** می حکایت کرد او با آن و این
- Kumaş keserlerken kumaşın bir parçasını nasıl çaldıklarını şuna buna söyler.
-
در سمر میخواند دزدینامهای ** گرد او جمع آمده هنگامهای
- Hikâyecinin biri de geceleyin yine terzi masalı okumaya koyulmuştu. Halk başına toplanmıştı.
-
مستمع چون یافت جاذب زان وفود ** جمله اجزااش حکایت گشته بود 1655
- Dinleyici bulunduğundan bütün cüzleri hikâye olmuştu âdeta.
-
قال النبی علیه السلام ان الله تعالی یلقن الحکمة علی لسان الواعظین بقدر همم المستمعین
- Peygamber aleyhisselâm “Şüphe yok Allah, dinleyenlerin himmetince vaiz edenlerin diline hikmet telkin eder” buyurdu.
-
جذب سمعست ار کسی را خوش لبیست ** گرمی و جد معلم از صبیست
- Birisinin sözü güzelse dinleyicidendir. Öğretmenin heyecanı ve işe iyi sarılması, çocuğun tesiriyledir.
-
چنگیی را کو نوازد بیست و چار ** چون نیابد گوش گردد چنگ بار
- Yirmi dört şubeden çalgı çalan bir çalgıcıya, dinleyen olmadı mı çalgısı bir yük olur.
-
نه حراره یادش آید نه غزل ** نه ده انگشتش بجنبد در عمل
- Aklına ne bir yanık nağme gelir, ne bir güzel, ne de on parmağı, çalgının perdelerinde ve tellerde oynar!