-
هاتفی گفتش کای دیده تعب ** رقعهای در مشق وراقان طلب
- Hâtif ona dedi ki: Ey bir çok yorgunluklar görmüş er, kâğıtçılarda bir kâğıt ara.
-
خفیه زان وراق کت همسایه است ** سوی کاغذپارههاش آور تو دست 1910
- Komşun olan kâğıtçıda gizlidir o. Kâğıtlarını ele al.
-
رقعهای شکلش چنین رنگش چنین ** بس بخوان آن را به خلوت ای حزین
- Onların arasında şu şekilde, şu renkte bir kâğıt var. Onu gizle bir yerde oku.
-
چون بدزدی آن ز وراق ای پسر ** پس برون رو ز انبهی و شور و شر
- Oğul, onu kâğıtçıdan çaldın mı kalabalıktan, iyi kötü adamlardan bir kenara çekil.
-
تو بخوان آن را به خود در خلوتی ** هین مجو در خواندن آن شرکتی
- Yalnızca oku. Okurken kimseyi yanında bulundurma.
-
ور شود آن فاش هم غمگین مشو ** که نیابد غیر تو زان نیم جو
- İş yayılır, ortaya düşerse bile dertlenme. O defineden senden başka hiç kimsecik, bir arpa bile alamaz.
-
ور کشد آن دیر هان زنهار تو ** ورد خود کن دم به دم لاتقنطوا 1915
- Elde etmen uzarsa sakın ümitsizlenme. Her an “ Allahdan ümit kesmeyin” âyetini vird edin.
-
این بگفت و دست خود آن مژدهور ** بر دل او زد که رو زحمت ببر
- O muştucu, bunu söyleyip elini, adamın göğsüne koydu, hadi dedi, yürü, zahmet çek!
-
چون به خویش آمد ز غیبت آن جوان ** مینگنجید از فرح اندر جهان
- O genç, dalgınlık âleminden kendine gelince ferahından âdeta dünyaya sığmıyordu.
-
زهرهی او بر دریدی از قلق ** گر نبودی رفق و حفظ و لطف حق
- Allah’nın koruması ve lûtfu olmasaydı sevincinden çatlayacaktı doğrusu.
-
یک فرح آن کز پس شصد حجاب ** گوش او بشنید از حضرت جواب
- Öyle bir sevinmişti ki. Kulağı, altı yüz perdenin ardından Allah sesini duymuştu.
-
از حجب چون حس سمعش در گذشت ** شد سرافراز و ز گردون بر گذشت 1920
- İşitme duygusu, perdeleri aşmış, başını yüceltmiş, feleği geçmişti.
-
که بود کان حس چشمش ز اعتبار ** زان حجاب غیب هم یابد گذار
- Öyle bir an olur ki insanın görüş duygusu, ibret ıssı olur, gaip perdesinden bile geçer.
-
چون گذاره شد حواسش از حجاب ** پس پیاپی گرددش دید و خطاب
- Duyguları, perdeyi aştı mı artık birbiri ardına ve boyuna görür, duyar.
-
جانب دکان وراق آمد او ** دست میبرد او به مشقش سو به سو
- Adam, kâğıtçı dükkânına geldi. Meşk kâğıtlarına el attı.
-
پیش چشمش آمد آن مکتوب زود ** با علاماتی که هاتف گفته بود
- O yazılı kâğıt, çabucak gözüne ilişti, Hâtif’in söylediği âlametlerin hepside o kâğıtta vardı.
-
در بغل زد گفت خواجه خیر باد ** این زمان وا میرسم ای اوستاد 1925
- Kâğıdı koltuğuna koyup hayırlı pazarlar olsun usta, ben gidiyorum artık, dedi.
-
رفت کنج خلوتی و آن را بخواند ** وز تحیر واله و حیران بماند
- Tenha bir bucağa çekildi, kâğıdı okudu. Âdeta şaşırdı kaldı.
-
که بدین سان گنجنامهی بیبها ** چون فتاده ماند اندر مشقها
- Bir definenin yerini göstermekte olan böyle bir değer biçilmez kâğıt, meşk kâğıtlarının arasına nasıl girmişti?
-
باز اندر خاطرش این فکر جست ** کز پی هر چیز یزدان حافظست
- Sonra aklına şu geldi: Her şeyi koruyan, Allahdır.
-
کی گذارد حافظ اندر اکتناف ** که کسی چیزی رباید از گزاف
- Koruyucu Allah, nasıl olur da birisinin, abes yere bir şey aşırmasına müsaade eder?
-
گر بیابان پر شود زر و نقود ** بی رضای حق جوی نتوان ربود 1930
- Ova, baştanbaşa altınla, para ile dolu olsa hiç kimse, Allahnın izni olmadıkça bir arpa bile alamaz.
-
ور بخوانی صد صحف بی سکتهای ** بی قدر یادت نماند نکتهای
- Tutulmadan, kekelemeden yüzlerce kitap okusan Allah taktir etmediyse aklında hiçbir şey kalmaz.
-
ور کنی خدمت نخوانی یک کتاب ** علمهای نادره یابی ز جیب
- Fakat Allah’ya kulluk edersen bir kitap bile okumadan yeninden, yakandan duyulmadık bilgiler bulursun.
-
شد ز جیب آن کف موسی ضو فشان ** کان فزون آمد ز ماه آسمان
- Musa’nın avucu, koynundan ziyalandı, nurlar saçtı; nuru, gökyüzündeki aydan da üstündü.