-
ور بخوانی صد صحف بی سکتهای ** بی قدر یادت نماند نکتهای
- Tutulmadan, kekelemeden yüzlerce kitap okusan Allah taktir etmediyse aklında hiçbir şey kalmaz.
-
ور کنی خدمت نخوانی یک کتاب ** علمهای نادره یابی ز جیب
- Fakat Allah’ya kulluk edersen bir kitap bile okumadan yeninden, yakandan duyulmadık bilgiler bulursun.
-
شد ز جیب آن کف موسی ضو فشان ** کان فزون آمد ز ماه آسمان
- Musa’nın avucu, koynundan ziyalandı, nurlar saçtı; nuru, gökyüzündeki aydan da üstündü.
-
کانک میجستی ز چرخ با نهیب ** سر بر آوردستت ای موسی ز جیب
- Bu heybetli gökyüzünden dilediğin, ey Musa, koynundan baş gösterdi.
-
تا بدانی که آسمانهای سمی ** هست عکس مدرکات آدمی 1935
- Bil ki yüce gökler, insanın anladığı şeylerin aksidir; gökler, o akisten ibarettir.
-
نی که اول دست برد آن مجید ** از دو عالم پیشتر عقل آفرید
- Yüce ulu Allah’nın eli, iki âlemden de önce aklı yaratmadı mı?
-
این سخن پیدا و پنهانست بس ** که نباشد محرم عنقا مگس
- Bu söz, hem apaçıktır, hem de pek gizli. Çünkü sinek, ankaya mahrem olamaz.
-
باز سوی قصه باز آ ای پسر ** قصهی گنج و فقیر آور به سر
- Oğul, yine hikâyeye dön de defineyle o yoksulun kıssasını tamamla.
-
تمامی قصهی آن فقیر و نشان جای آن گنج
- Yoksul ve definenin bulunduğu yer
-
اندر آن رقعه نبشته بود این ** که برون شهر گنجی دان دفین
- Kâğıtta şu yazılıydı: Bil ki şehrin dışında bir define var.
-
آن فلان قبه که در وی مشهدست ** پشت او در شهر و در در فدفدست 1940
- İçinde mezar olan filân kubbe var ya. Hani arkası şehre, kapısı Ferkat yıldızına karşı.
-
پشت با وی کن تو رو در قبله آر ** وانگهان از قوس تیری بر گذار
- O türbeyi ardına al, yüzünü kıbleye çevir. Sonra yayla bir ok at.
-
چون فکندی تیر از قوس ای سعاد ** بر کن آن موضع که تیرت اوفتاد
- Kutlu kişi, yaydan oku attın mı okun düştüğü yeri kaz!
-
پس کمان سخت آورد آن فتی ** تیر پرانید در صحن فضا
- O yiğit kuvvetli bir yay aldı, oku boşluğa doğru attı.
-
زو تبر آورد و بیل او شاد شاد ** کند آن موضع که تیرش اوفتاد
- Derhal kazma kürek getirdi. Sevine,sevine okunun düştüğü yeri kazmaya koyuldu.
-
کند شد هم او و هم بیل و تبر ** خود ندید از گنج پنهانی اثر 1945
- Hem kendi körleşti, hem kazması, küreği. Fakat gizli defineden hiçbir eser görünmedi.
-
همچنین هر روز تیر انداختی ** لیک جای گنج را نشناختی
- Böylece her gün ok atıyor, düştüğü yeri kazıyor, fakat bir türlü definenin yerini bulamıyordu.
-
چونک این را پیشه کرد او بر دوام ** فجفجی در شهر افتاد و عوام
- Bunu âdet edindi. Daima orayı burayı kazıp durduğundan şehre bir dedikodudur yayıldı, iş halkın ağzına düştü.
-
فاش شدن خبر این گنج و رسیدن به گوش پادشاه
- Definenin halkın ağzına düşmesi ve padişah tarafından duyulması
-
پس خبر کردند سلطان را ازین ** آن گروهی که بدند اندر کمین
- Pusuda duran, fırsat gözleyen adamlar, bu işi padişaha haber verdiler.
-
عرضه کردند آن سخن را زیردست ** که فلانی گنجنامه یافتست
- Filân, bir define bildiren kâğıt bulmuş diye söylediler.
-
چون شنید این شخص کین با شه رسید ** جز که تسلیم و رضا چاره ندید 1950
- Adam, padişah tarafından duyulduğunu anlayınca teslim olmadan, kadere boyun eğmeden başka çare görmedi.
-
پیش از آنک اشکنجه بیند زان قباد ** رقعه را آن شخص پیش او نهاد
- Padişah kendisine işkence yapmadan, kâğıdı padişahın önüne koydu.
-
گفت تا این رقعه را یابیدهام ** گنج نه و رنج بیحد دیدهام
- Dedi ki: Şu kâğıdı buldum ama defineyi bulamadım. Define yerine hadsiz, hesapsız zahmetlere girdim.
-
خود نشد یک حبه از گنج آشکار ** لیک پیچیدم بسی من همچو مار
- Defineden bir habbe bile meydana çıkmadı. Fakat ben yılan gibi bir hayli kıvrandım durdum.
-
مدت ماهی چنینم تلخکام ** که زیان و سود این بر من حرام
- Bir aydır ağzımın tadı yok. Bunun ziyanı da haram oldu bana, kârı da.
-
بوک بختت بر کند زین کان غطا ** ای شه پیروزجنگ و دزگشا 1955
- Belki bahtın şu perdeyi açar ey savaşı kutlu olan kaleler fethetmiş padişahım!