English    Türkçe    فارسی   

6
2600-2624

  • ای بسا زجری که بر مسکین رود  ** در ثواب از نان و حلوا به بود  2600
  • Yoksula yapılan öyle cezalar vardır ki sevap bakımından ekmekten de yeğdir, helvadan da.
  • زانک حلوا بی‌اوان صفرا کند  ** سیلیش از خبث مستنقا کند 
  • Çünkü helva, vakitsiz yenirse safra yapar. Halbuki helva verilecek yerde ona bir sille vurulsa kötülükten kurtulur.
  • سیلیی در وقت بر مسکین بزن  ** که رهاند آنش از گردن زدن 
  • Yoksula vaktinde bir sille vur da boynu vurulmaktan kurtulsun.
  • زخم در معنی فتد از خوی بد  ** چوب بر گرد اوفتد نه بر نمد 
  • Vurmak, hakikatte kötü huyadır. Kilim dövülmez, tozu dövülür.
  • بزم و زندن هست هر بهرام را  ** بزم مخلص را و زندان خام را 
  • Meclis de var, zindan da. Her ikisi de lâzım. Meclis ihlas sahibi olana, zindan ham kişiye.
  • شق باید ریش را مرهم کنی  ** چرک را در ریش مستحکم کنی  2605
  • Yarayı deşmek lazım. Deşeceğin yerde üstüne merhem korsan pisliği kökleştirmiş olursun.
  • تا خورد مر گوشت را در زیر آن  ** نیم سودی باشد و پنجه زیان 
  • Yaranın altındaki eti yer. Yarı faydası olsa elli tane ziyanı olur.
  • گفت دلقک من نمی‌گویم گذار  ** من همی‌گویم تحریی بیار 
  • Delkak, beni bırak demiyorum dedi, işi ara, sor, tahkik et diyorum.
  • هین ره صبر و تانی در مبند  ** صبر کن اندیشه می‌کن روز چند 
  • Sabır yolunu kapama, acele etme. Sabret de birkaç gün düşün.
  • در تانی بر یقینی بر زنی  ** گوش‌مال من بایقانی کنی 
  • Bu düşünce esnasında bir şeye iyice karar verirsin de kulağımı bilerek çekersin.
  • در روش یمشی مکبا خود چرا  ** چون همی‌شاید شدن در استوا  2610
  • Neden yürüyüşte “Yüzü üstünde sürünme” sözü söylenir? Daima doğru yürümek gerekken yüzüstü sürünme neden?
  • مشورت کن با گروه صالحان  ** بر پیمبر امر شاورهم بدان 
  • İyi kişilerle danış, görüş. Peygamber “İşlerini meşveretle yapar onlar” dedi, bunu böyle bil!
  • امرهم شوری برای این بود  ** کز تشاور سهو و کژ کمتر رود 
  • İşleri meşveretle yapmak, şunun içindir: Meşveretten hata ve eğrilik, az meydana gelir.
  • این خردها چون مصابیح انورست  ** بیست مصباح از یک روشن‌ترست 
  • Bu akıllar, aydın kandillere benzer. Elbette yirmi kandil bir kandilden daha ziyade aydınlık verir.
  • بوک مصباحی فتد اندر میان  ** مشتعل گشته ز نور آسمان 
  • Belki aralarına gökyüzünün nurundan yanmış bir kandil düşüverir.
  • غیرت حق پرده‌ای انگیختست  ** سفلی و علوی به هم آمیختست  2615
  • Tanrı gayreti, ortaya bir perde salmıştır. Aşağılık ve yücelik âlemine mensup olanları birbirine karıştırmış, karmıştır.
  • گفت سیروا می‌طلب اندر جهان  ** بخت و روزی را همی‌کن امتحان 
  • “Yürüyün âlemi gezin” demiştir. Sen de gez, dolaş da bahtını, rızkını sınaya dur.
  • در مجالس می‌طلب اندر عقول  ** آن چنان عقلی که بود اندر رسول 
  • Meclislerde, peygamber de bulunan akıl gibi bir akıl ara.
  • زانک میراث از رسول آنست و بس  ** که ببیند غیبها از پیش و پس 
  • Çünkü peygamberden, miras kalan ancak odur. Bu akıl, gaypları önden de görür, arttan da.
  • در بصرها می‌طلب هم آن بصر  ** که نتابد شرح آن این مختصر 
  • Bu kısa kesilen kitapta anlatılmasına imkan bulunmayan gözü de gözler arasında ara.
  • بهر این کردست منع آن با شکوه  ** از ترهب وز شدن خلوت به کوه  2620
  • İşte o azametli peygamber, rahipliği, dağlara çekilip yalnızca ibadet etmeyi bunun için menetmiştir.
  • تا نگردد فوت این نوع التقا  ** کان نظر بختست و اکسیر بقا 
  • İnsanlar birbirleri ile buluşsunlar diye bunu kaldırmıştır. Çünkü böyle bir göze sahip adamın bakışı bahttır, ebedilik iksiridir.
  • در میان صالحان یک اصلحیست  ** بر سر توقیعش از سلطان صحیست 
  • Temiz kişiler arasında tertemiz biri vardır ki padişah, onun fermanının üstüne “Şah” çekmiştir.
  • کان دعا شد با اجابت مقترن  ** کفو او نبود کبار انس و جن 
  • Onun duası, icabet edilir. İnsanların, cinlerin en ulularının içinde bile ona eşit yoktur.
  • در مری‌اش آنک حلو و حامض است  ** حجت ایشان بر حق داحض است 
  • Onunla inada girişen, ister tatlı olsun, ister ekşi; Tanrı’ya karşı hiçbir delili yoktur.