English    Türkçe    فارسی   

6
2848-2872

  • شه معین دید منزل‌گاهشان  ** حلیه و نام و پناه و راهشان 
  • Padişah konakladıkları yeri, şekillerini, adlarını, yollarını iyice öğrendi.
  • خویش را دزدید ازیشان بازگشت  ** روز در دیوان بگفت آن سرگذشت 
  • Onlardan gizlenip geri döndü. Sabahleyin divanda bu macerayı anlattı.
  • پس روان گشتند سرهنگان مست  ** تا که دزدان را گرفتند و ببست  2850
  • Hemen yiğit çavuşlar yolladılar. Hırsızları tutup bağladılar.
  • دست‌بسته سوی دیوان آمدند  ** وز نهیب جان خود لرزان شدند 
  • Hepsini eli bağlı olarak divana getirdiler. Can korkusu ile tir tir titriyorlardı.
  • چونک استادند پیش تخت شاه  ** یار شبشان بود آن شاه چو ماه 
  • Padişahın huzurunda durdular. O ay gibi parlayan padişah, geceleyin kendileri ile arkadaşlık eden adamdı.
  • آنک چشمش شب بهرکه انداختی  ** روز دیدی بی شکش بشناختی 
  • Geceleyin kimi görse gündüz şüphesiz bir surette tanıyan,
  • شاه را بر تخت دید و گفت این  ** بود با ما دوش شب‌گرد و قرین 
  • Padişahı tahtında görünce bu adam dedi, geceleyin bizimle arkadaşlık eden adamdır.
  • آنک چندین خاصیت در ریش اوست  ** این گرفت ما هم از تفتیش اوست  2855
  • Sakalında o kadar hüner, marifet vardı ya hani; bu tutulmamızda yine ondan oldu.
  • عارف شه بود چشمش لاجرم  ** بر گشاد از معرفت لب با حشم 
  • Gözü, padişahı tanımış olduğundan bu tanışıklıkla ağzını açtı, tesirli bir suretle söze başladı;
  • گفت و هو معکم این شاه بود  ** فعل ما می‌دید و سرمان می‌شنود 
  • Dedi ki: “Nerede olursanız olun, o sizinledir” dedikleri bu padişah işte. Bizim yaptığımızı görüyor, sırrımızı duyuyordu.
  • چشم من ره برد شب شه را شناخت  ** جمله شب با روی ماهش عشق باخت 
  • Gözüm, geceleyin padişahı tanıdı; Bütün gece onun ay gibi yüzü ile aşk oyununa girişti.
  • امت خود را بخواهم من ازو  ** کو نگرداند ز عارف هیچ رو 
  • Ben, ondan ümmetimi dileyecek, şefaatte bulunacağım. O, hiçbir âriften yüz çevirmez.
  • چشم عارف دان امان هر دو کون  ** که بدو یابید هر بهرام عون  2860
  • Bil ki ârifin gözü, iki âlemde de insana aman verir. Herkes, onunla yardıma nail olur.
  • زان محمد شافع هر داغ بود  ** که ز جز شه چشم او مازاغ بود 
  • “Gözü Tanrı’dan başka bir şeye kaymadı” da onun için Muhammed, her derdin şefaatçisi oldu.
  • در شب دنیا که محجوبست شید  ** ناظر حق بود و زو بودش امید 
  • Dünya gecesinde güneş, perde ardındayken o Tanrı’yı görüyordu, ümidi ondandı.
  • از الم نشرح دو چشمش سرمه یافت  ** دید آنچ جبرئیل آن بر نتافت 
  • İki gözü de “Biz senin göğsünü açmadık mı, ferahlatmadık mı seni?” sürmesiyle sürmelemişti. Cebrail’in bile görmeye tahammül edemediğini o, gördü.
  • مر یتیمی را که سرمه حق کشد  ** گردد او در یتیم با رشد 
  • Tanrı bir yetime sürme çekti mi onu, doğru yola girmiş eşsiz, iri bir inci haline getirir.
  • نور او بر ذره‌ها غالب شود  ** آن‌چنان مطلوب را طالب شود  2865
  • Nuru incilerden üstün olur. Öyle bir istenen, arzulanan, Tanrıyı ister, arzular.
  • در نظر بودش مقامات العباد  ** لاجرم نامش خدا شاهد نهاد 
  • Kulların duraklarını gördü; hasılı o yüzden Tanrı, onun adını “Gören tanık” taktı.
  • آلت شاهد زبان و چشم تیز  ** که ز شب‌خیزش ندارد سر گریز 
  • Şahidin aleti keskin gözle keskin kulaktır. Geceleri bile uyanıktır; sırlar ondan gizlenemez.
  • گر هزاران مدعی سر بر زند  ** گوش قاضی جانب شاهد کند 
  • Binlerce dâvacı, davaya kalkışsa kadı, kulağını şahide verir.
  • قاضیان را در حکومت این فنست  ** شاهد ایشان را دو چشم روشنست 
  • Hüküm verirken kadıların hüneri budur. Onların aydın gözleri, tanıktır.
  • گفت شاهد زان به جای دیده است  ** کو بدیده‌ی بی‌غرض سر دیده است  2870
  • Onun için şahidin sözü, göz yerine geçer. Çünkü o, garezsiz olarak sırrı görmüştür.
  • مدعی دیده‌ست اما با غرض  ** پرده باشد دیده‌ی دل را غرض 
  • Dâvacı da görmüştür ama garezle görmüştür. Garez, gönül gözüne perdedir.
  • حق همی‌خواهد که تو زاهد شوی  ** تا غرض بگذاری و شاهد شوی 
  • Tanrı diler ki sen zahit olasın; garezi bırakasın da tanık kesilesin.