-
دستبسته سوی دیوان آمدند ** وز نهیب جان خود لرزان شدند
- Hepsini eli bağlı olarak divana getirdiler. Can korkusu ile tir tir titriyorlardı.
-
چونک استادند پیش تخت شاه ** یار شبشان بود آن شاه چو ماه
- Padişahın huzurunda durdular. O ay gibi parlayan padişah, geceleyin kendileri ile arkadaşlık eden adamdı.
-
آنک چشمش شب بهرکه انداختی ** روز دیدی بی شکش بشناختی
- Geceleyin kimi görse gündüz şüphesiz bir surette tanıyan,
-
شاه را بر تخت دید و گفت این ** بود با ما دوش شبگرد و قرین
- Padişahı tahtında görünce bu adam dedi, geceleyin bizimle arkadaşlık eden adamdır.
-
آنک چندین خاصیت در ریش اوست ** این گرفت ما هم از تفتیش اوست 2855
- Sakalında o kadar hüner, marifet vardı ya hani; bu tutulmamızda yine ondan oldu.
-
عارف شه بود چشمش لاجرم ** بر گشاد از معرفت لب با حشم
- Gözü, padişahı tanımış olduğundan bu tanışıklıkla ağzını açtı, tesirli bir suretle söze başladı;
-
گفت و هو معکم این شاه بود ** فعل ما میدید و سرمان میشنود
- Dedi ki: “Nerede olursanız olun, o sizinledir” dedikleri bu padişah işte. Bizim yaptığımızı görüyor, sırrımızı duyuyordu.
-
چشم من ره برد شب شه را شناخت ** جمله شب با روی ماهش عشق باخت
- Gözüm, geceleyin padişahı tanıdı; Bütün gece onun ay gibi yüzü ile aşk oyununa girişti.
-
امت خود را بخواهم من ازو ** کو نگرداند ز عارف هیچ رو
- Ben, ondan ümmetimi dileyecek, şefaatte bulunacağım. O, hiçbir âriften yüz çevirmez.
-
چشم عارف دان امان هر دو کون ** که بدو یابید هر بهرام عون 2860
- Bil ki ârifin gözü, iki âlemde de insana aman verir. Herkes, onunla yardıma nail olur.
-
زان محمد شافع هر داغ بود ** که ز جز شه چشم او مازاغ بود
- “Gözü Tanrı’dan başka bir şeye kaymadı” da onun için Muhammed, her derdin şefaatçisi oldu.
-
در شب دنیا که محجوبست شید ** ناظر حق بود و زو بودش امید
- Dünya gecesinde güneş, perde ardındayken o Tanrı’yı görüyordu, ümidi ondandı.
-
از الم نشرح دو چشمش سرمه یافت ** دید آنچ جبرئیل آن بر نتافت
- İki gözü de “Biz senin göğsünü açmadık mı, ferahlatmadık mı seni?” sürmesiyle sürmelemişti. Cebrail’in bile görmeye tahammül edemediğini o, gördü.
-
مر یتیمی را که سرمه حق کشد ** گردد او در یتیم با رشد
- Tanrı bir yetime sürme çekti mi onu, doğru yola girmiş eşsiz, iri bir inci haline getirir.
-
نور او بر ذرهها غالب شود ** آنچنان مطلوب را طالب شود 2865
- Nuru incilerden üstün olur. Öyle bir istenen, arzulanan, Tanrıyı ister, arzular.
-
در نظر بودش مقامات العباد ** لاجرم نامش خدا شاهد نهاد
- Kulların duraklarını gördü; hasılı o yüzden Tanrı, onun adını “Gören tanık” taktı.
-
آلت شاهد زبان و چشم تیز ** که ز شبخیزش ندارد سر گریز
- Şahidin aleti keskin gözle keskin kulaktır. Geceleri bile uyanıktır; sırlar ondan gizlenemez.
-
گر هزاران مدعی سر بر زند ** گوش قاضی جانب شاهد کند
- Binlerce dâvacı, davaya kalkışsa kadı, kulağını şahide verir.
-
قاضیان را در حکومت این فنست ** شاهد ایشان را دو چشم روشنست
- Hüküm verirken kadıların hüneri budur. Onların aydın gözleri, tanıktır.
-
گفت شاهد زان به جای دیده است ** کو بدیدهی بیغرض سر دیده است 2870
- Onun için şahidin sözü, göz yerine geçer. Çünkü o, garezsiz olarak sırrı görmüştür.
-
مدعی دیدهست اما با غرض ** پرده باشد دیدهی دل را غرض
- Dâvacı da görmüştür ama garezle görmüştür. Garez, gönül gözüne perdedir.
-
حق همیخواهد که تو زاهد شوی ** تا غرض بگذاری و شاهد شوی
- Tanrı diler ki sen zahit olasın; garezi bırakasın da tanık kesilesin.
-
کین غرضها پردهی دیده بود ** بر نظر چون پرده پیچیده بود
- Bu garezler göze perdedir. Göze perde indi mi insan,
-
پس نبیند جمله را با طم و رم ** حبک الاشیاء یعمی و یصم
- yukarı aşağı, bunca şeyi, göremez, “Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder.”
-
در دلش خورشید چون نوری نشاند ** پیشش اختر را مقادیری نماند 2875
- Fakat bir adamın gönlüne güneşin nuru vurdu mu onca yıldızın bir kadri, kıymeti kalmaz artık.