English    Türkçe    فارسی   

6
3237-3261

  • که ترا از عین این عکس نقوش  ** حق حقیقت گردد و میوه‌فروش 
  • Bu nakışların aksi, doğrudur ve Tanrı bunlardan sana meyve satar.
  • چشم ازین آب از حول حر می‌شود  ** عکس می‌بیند سد پر می‌شود 
  • Göz, bu su yüzünden şaşkınlıktan azat olur. Oradaki akisleri görür sepeti meyvelerle dolar.
  • پس به معنی باغ باشد این نه آب  ** پس مشو عریان چو بلقیس از حباب 
  • Şu halde hakikatte bu su değildir bağdır. Artık sende Belkıs gibi happeleri görüp soyunmaya kalkışma.
  • بار گوناگونست بر پشت خران  ** هین به یک چون این خران را تو مران  3240
  • Eşeklerin sırtında çeşit çeşit yükler var kendine gel, bu eşekleri bir sopayla sürme.
  • بر یکی خر بار لعل و گوهرست  ** بر یکی خر بار سنگ و مرمرست 
  • Eşeğin birindeki yük Lâal ve mücevherdir öbüründeki yük taş ve mermer.
  • بر همه جوها تو این حکمت مران  ** اندرین جو ماه بین عکسش مخوان 
  • Her ırmağı da bir sanma. Bu ırmakta ay gör, ayın aksi deme.
  • آب خضرست این نه آب دام و دد  ** هر چه اندر روی نماید حق بود 
  • Bu, hayvanların içtiği su değil Hızır’ın içtiği Abıhayat. Onda ne görünürse doğrudur.
  • زین تگ جو ماه گوید من مهم  ** من نه عکسم هم‌حدیث و هم‌رهم 
  • Bu ırmağın dibinde görünen ay, ben ayım, ayın aksi değilim, seninle konuşan seninle yol arkadaşlığı eden benim der.
  • اندرین جو آنچ بر بالاست هست  ** خواه بالا خواه در وی دار دست  3245
  • Bu suyun üstünde ne varsa diler onlara el at, diler, suyun içine vuran akislerine.
  • از دگر جوها مگیر این جوی را  ** ماه دان این پرتو مه‌روی را 
  • Bu suyu, başka sulara kıyas etme. Bu ay yüzlünün ışığına ay de.
  • این سخن پایان ندارد آن غریب  ** بس گریست از درد خواجه شد کیب 
  • Bu sözün sonu gelmez o garip muhtesibin derdi ile dertlendi, bir hayli ağladı.
  • توزیع کردن پای‌مرد در جمله‌ی شهر تبریز و جمع شدن اندک چیز و رفتن آن غریب به تربت محتسب به زیارت و این قصه را بر سر گور او گفتن به طریق نوحه الی آخره 
  • Tebriz Kethüdasının, o adamın borcunu bütün Tebrizlilere taksimi, pek az bir para toplanışı. O garibin, muhtesibin mezarına gidip mezar başında halini anlatması ve teveccüh yoluyla ona ahvalini bildirmesi
  • واقعه‌ی آن وام او مشهور شد  ** پای مرد از درد او رنجور شد 
  • O adamın borç alışı halka yayıldı. Kethüda onun derdi ile dertlendi.
  • از پی توزیع گرد شهر گشت  ** از طمع می‌گفت هر جا سرگذشت 
  • Borcunu para toplayıp vermek üzere şehirde dolaşmaya her yerde hararetli hararetli o adamın halini anlatmaya başladı.
  • هیچ ناورد از ره کدیه به دست  ** غیر صد دینار آن کدیه‌پرست  3250
  • Fakat bu dilencilikle o para dileyen adamcağızın eline ancak yüz altın girdi.
  • پای مرد آمد بدو دستش گرفت  ** شد بگور آن کریم بس شگفت 
  • Gelip adama hali anlattı. Adam, Kethüdanın iki eline yapışıp kalktı, onun delaletiyle o şaşılacak derecede ihsan sahibi olan Muhtesibin mezarına gitti.
  • گفت چون توفیق یابد بنده‌ای  ** که کند مهمانی فرخنده‌ای 
  • Dedi ki: bir kula Tanrı muvaffakiyet verir de kutlu bir adama konuk olursa
  • مال خود ایثار راه او کند  ** جاه خود ایثار جاه او کند 
  • Ev sahibi onun yoluna bütün malını mülkünü kor mevkiini bile onun mevkiine feda eder.
  • شکر او شکر خدا باشد یقین  ** چون به احسان کرد توفیقش قرین 
  • Artık ona şükretmek Tanrı’ya şükretmekten ibarettir. Çünkü Tanrı, o ihsan sahibine ihsana eş etmiştir.
  • ترک شکرش ترک شکر حق بود  ** حق او لا شک به حق ملحق بود  3255
  • Buna şükretmemek Tanrı’ya şükretmemektir. Onun hakkı şüphe yok ki Tanrı hakkı demektir.
  • شکر می‌کن مر خدا را در نعم  ** نیز می‌کن شکر و ذکر خواجه هم 
  • Nimet ve ihsanlarına karşılık Tanrı’ya şükret fakat ihsan edene de şükret, onu da an.
  • رحمت مادر اگر چه از خداست  ** خدمت او هم فریضه‌ست و سزاست 
  • Ananın merhameti Tanrı’dandır ama ona kulluk etmek, hizmette bulunmak da hem farzdır, hem de yerinde bir iş.
  • زین سبب فرمود حق صلوا علیه  ** که محمد بود محتال الیه 
  • Tanrı işte bu yüzden “ Muhammed’e salavat getirin” dedi. Çünkü Muhammed, inananların dönüp başvurdukları zattır.
  • در قیامت بنده را گوید خدا  ** هین چه کردی آنچ دادم من ترا 
  • Tanrı kıyamette kula “ Ne getirdin, sana verdiğim nimetlere karşılık ne yaptın?” der.
  • گوید ای رب شکر تو کردم به جان  ** چون ز تو بود اصل آن روزی و نان  3260
  • Kul der ki: Yarabbi sana can ve gönülden şükrettim. Çünkü o rızık ve ekmek, asıl bakımından sendendi.
  • گویدش حق نه نکردی شکر من  ** چون نکردی شکر آن اکرام‌فن 
  • Tanrı der ki: hayır, sana ihsan edene şükretmediğin için bana da şükretmedin.