English    Türkçe    فارسی   

6
3606-3630

  • زان لقب شد خاک را دار الغرور  ** کو کشد پا را سپس یوم العبور 
  • Onun için şu toprak yeryüzüne” Gurur, aldanış yurdu” denmiştir. Çünkü göçme çağına ulaştın mı senden ayağını çekiverir.
  • پیش از آن بر راست و بر چپ می‌دوید  ** که بچینم درد تو چیزی نچید 
  • Ondan önce senin sağında, solunda koşar, senin derdini ben alırım, senin yerine ben dertlenirim derdi. Bir şey almadı ya!
  • او بگفتی مر ترا وقت غمان  ** دور از تو رنج و ده که در میان 
  • Gam zamanlarında sana, senden gam ırak olsun, gamla aranda on dağ bulunsun derdi.
  • چون سپاه رنج آمد بست دم  ** خود نمی‌گوید ترا من دیده‌ام 
  • Fakat elem ordusu geldi de ağzını kapattı mı, seni görmüşlüğüm var bile demez.
  • حق پی شیطان بدین سان زد مثل  ** که ترا در رزم آرد با حیل  3610
  • Tanrı, şeytan içinde bu çeşit bir örnek gösterdi. Hilelerle seni savaşa sokar.
  • که ترا یاری دهم من با توم  ** در خطرها پیش تو من می‌دوم 
  • Ben seninleyim, sana yardım eder, tehlikelerde senin önüne ben düşer, tehlikeye ben koşar, göğüs gererim.
  • اسپرت باشم گه تیر خدنگ  ** مخلص تو باشم اندر وقت تنگ 
  • Oklara siper olur, dara düştün mü seni kurtarırım.
  • جان فدای تو کنم در انتعاش  ** رستمی شیری هلا مردانه باش 
  • Senin sürçtüğün yerde ben canımı feda ederim. Sen bir Rüstem’sin, bir Aslansın. Yürü, ercesine karşı dur.
  • سوی کفرش آورد زین عشوه‌ها  ** آن جوال خدعه و مکر و دها 
  • Diyerek bu işvelerle seni küfür yoluna getirir, o hile, düzen çuvalına sokar.
  • چون قدم بنهاد در خندق فتاد  ** او به قاهاقاه خنده لب گشاد  3615
  • Fakat ayağını attın da hendeğe düştün mü ağzını açar, kahkahayla gülmeye başlar.
  • هی بیا من طمعها دارم ز تو  ** گویدش رو رو که بیزارم ز تو 
  • Sen, aman yahu dersin, gel, ümidim sende. O hadi hadi der, git, ben senden bıkmışım zaten.
  • تو نترسیدی ز عدل کردگار  ** من همی‌ترسم دو دست از من بدار 
  • Tanrı’nın adaletinden korkmadın, bense korkarım. Ellerini çek benden!
  • گفت حق خود او جدا شد از بهی  ** تو بدین تزویرها هم کی رهی 
  • Tanrı da onda zaten iyilikten eser yoktur. Şimdi bu hileyle nasıl, nerede kurtulacaksın? dedi ya.
  • فاعل و مفعول در روز شمار  ** روسیاهند و حریف سنگسار 
  • Hesap gününde yapanın da yüzü karadır, yapılanında. İkisi de taşlanırlar.
  • ره‌زده و ره‌زن یقین در حکم و داد  ** در چه بعدند و در بس المهاد  3620
  • Adalet bakımından yol kesen de uzaklık kuyusundadır, yol yitiren de ve o azap yurdu, ne kötü bir yatılacak yerdir.
  • گول را و غول را کو را فریفت  ** از خلاص و فوز می‌باید شکیفت 
  • Yolunu azıtan aptal da kurtuluştan ümidini kesmeli, yol azdıran da!
  • هم خر و خرگیر اینجا در گلند  ** غافلند این‌جا و آن‌جا آفلند 
  • Burada eşek balçığa saplanmıştır, eşekçi de, burada da gaflettedirler, orada da çamura saplanır kalırlar.
  • جز کسانی را که وا گردند از آن  ** در بهار فضل آیند از خزان 
  • Ancak geri dönenler, ondan vazgeçenler ayrı. Onlar güz mevsiminden çıkar, Tanrı’nın lûtuf ve ihsan baharına ererler.
  • توبه آرند و خدا توبه‌پذیر  ** امر او گیرند و او نعم الامیر 
  • Tövbe ederler, Tanrı da tövbeyi kabul eder. Onun buyruğunu tutarlar ve o, ne güzel bir buyruk sahibidir.
  • چون بر آرند از پشیمانی حنین  ** عرش لرزد از انین المذنبین  3625
  • Pişman oldular da inlemeye, başladılar mı suçluların iniltisinden arş bile titrer.
  • آن‌چنان لرزد که مادر بر ولد  ** دستشان گیرد به بالا می‌کشد 
  • Hem de ananın çocuğunun üstüne titreyişi gibi. Onların ellerini tutar, onları yücelere çeker.
  • کای خداتان وا خریده از غرور  ** نک ریاض فضل و نک رب غفور 
  • Tanrı der, sizi aldanmadan, ululanmadan kurtardı, işte ihsan bahçeleri, işte suçları örten, yargılayan Tanrı!
  • بعد ازینتان برگ و رزق جاودان  ** از هوای حق بود نه از ناودان 
  • Bundan böyle size ebedî ve tükenmez rızıkla azık Tanrı havasından gelir, damdan, oluktan değil.
  • چونک دریا بر وسایط رشک کرد  ** تشنه چون ماهی به ترک مشک کرد 
  • Deniz, bütün vasıtaları, gayretinden kaldırdı, bizzat kendisi lûtfa ihsana başladı mı artık susuz da balık gibi elindeki maşrapayı terk eder.
  • روان شدن شه‌زادگان در ممالک پدر بعد از وداع کردن ایشان شاه را و اعادت کردن شاه وقت وداع وصیت را الی آخره 
  • Şehzadelerin babalariyle vedalaşarak ülkeyi gezmeye gitmeleri ve padişahın , onlara ayrılırken yine aynı tarzda vasiyette bulunması
  • عزم ره کردند آن هر سه پسر  ** سوی املاک پدر رسم سفر  3630
  • O üç oğlan da babalarının ülkesinde seyahate çıkmayı kurdular.