-
کاینچ میکاری نروید جز که خار ** وین طرف پری نیابی زو مطار
- Ektiğin tohumdan ancak diken biter, bu tarafa doğru uçarsan buradan öteye yol yoktur, başka uçacak yer bulamazsın.
-
تخم از من بر که تا ریعی دهد ** با پر من پر که تیر آن سو جهد
- Tohumu benden al ki mahsül versin. Benim kanadımla uç ki ok, o tarafa fırlasın gitsin.
-
تو ندانی واجبی آن و هست ** هم تو گویی آخر آن واجب بدست
- Sen onun mutlaka var olduğunu, varlığının vacip bulunduğunu bilmezsin ama sonunda yine dersin ki hakikaten varlığı vacipmiş.
-
او توست اما نه این تو آن توست ** که در آخر واقف بیرونشوست
- O hakikatte sensin, fakat sonunda hakiki varlığı anlayıp terk edeceğin bu mevhum senliğin o değildir ha!
-
توی آخر سوی توی اولت ** آمدست از بهر تنبیه و صلت 3775
- Bu sonraki varlığın, seni evvelki ve hakiki varlığa ulaştırmak ve böyle bir varlığın olduğunu bildirmek için gelmiş asılsız bir varlıktır.
-
توی تو در دیگری آمد دفین ** من غلام مرد خودبینی چنین
- Senin senliğinde başka bir sen gizlidir. Bu varlıkla var olup kendini gören kişiye kurban olayım ben.
-
آنچ در آیینه میبیند جوان ** پیر اندر خشت بیند بیش از آن
- Gencin aynada gördüğünü ihtiyar, ondan önce kerpiçte görür.
-
ز امر شاه خویش بیرون آمدیم ** با عنایات پدر یاغی شدیم
- Biz padişahımızın buyruğundan dışarı çıktık. Babamızın lütuflarına nankörlük ettik.
-
سهل دانستیم قول شاه را ** وان عنایتهای بی اشباه را
- Onun sözünü ehemmiyetsiz bulduk, onun eşsiz inayetlerini mühimsemedik.
-
نک در افتادیم در خندق همه ** کشته و خستهی بلا بی ملحمه 3780
- İşte şimdilik hepimiz de hendeğe düştük. Savaşsız kazalara uğradık, öldürdük.
-
تکیه بر عقل خود و فرهنگ خویش ** بودمان تا این بلا آمد به پیش
- Kendi aklımıza güvendik, fikrimize dayandık da bu tehlikeye çattık.
-
بیمرض دیدیم خویش و بی ز رق ** آنچنان که خویش را بیمار دق
- İnce hastalığa tutulan, kendisini nasıl sağlam sanırsa biz de tıpkı onun gibi kendimizi sağlam sandık, hür zannettik.
-
علت پنهان کنون شد آشکار ** بعد از آنک بند گشتیم و شکار
- Fakat gizli illet şimdi meydana çıktı, bağlandık, avlandık da ondan sonra kendini gösterdi.
-
سایهی رهبر بهست از ذکر حق ** یک قناعت به که صد لوت و طبق
- Kılavuzun gölgesi Tanrıyı anmadan yeğdir. Bir kaanat yüzlerce tabak yemekten hayırlıdır.
-
چشم بینا بهتر از سیصد عصا ** چشم بشناسد گهر را از حصا 3785
- Gören göz, üç yüz tane sopadan daha iyidir. Mücevherle taşı ayırt eden gözdür.
-
در تفحص آمدند از اندهان ** صورت کی بود عجب این در جهان
- Hasılı dertler içinde acaba dünyada kim bu, bu resim kimin resmi diye araştırmaya koyuldular.
-
بعد بسیاری تفحص در مسیر ** کشف کرد آن راز را شیخی بصیر
- Bir hayli arayıp sorduktan sonra bir gün yolda gözü açık bir ihtiyara rastladılar. O, bu sırrı açtı.
-
نه از طریق گوش بل از وحی هوش ** رازها بد پیش او بی رویپوش
- Duyma yoluyla değil, aklına gelen ilham yoluyla bu sırrı buldu. Sırlar, onun gözünün önünde apaçıktı.
-
گفت نقش رشک پروینست این ** صورت شهزادهی چینست این
- Dedi ki: Pervin denilen yıldız kümesi de buna haset eder. Bu, Çin Padişahının kızının resmidir.
-
همچو جان و چون جنین پنهانست او ** در مکتم پرده و ایوانست او 3790
- O, can gibi, ana karnındaki çocuk gibi gizlidir. Sarayında perdeler arkasındadır.
-
سوی او نه مرد ره دارد نه زن ** شاه پنهان کرد او را از فتن
- Yanına ne erkek çıkabilir, ne kadın. Padişah, onu fitnelere uğramaması için gizlemiştir.
-
غیرتی دارد ملک بر نام او ** که نپرد مرغ هم بر بام او
- Padişah onu pek kıskanır. Bulunduğu yerin damının üstünden kuş bile uçamaz.
-
وای آن دل کش چنین سودا فتاد ** هیچ کس را این چنین سودا مباد
- Eyvah böyle bir sevdaya düşen gönüle. Hiç kimse böyle sevdaya uğramasın.
-
این سزای آنک تخم جهل کاشت ** وآن نصیحت را کساد و سهل داشت
- Bu bilgisizlik tohumunu eken, o öğütleri ehemmiyetsiz ve lüzumsuz gören kişinin layığıdır.
-
اعتمادی کرد بر تدبیر خویش ** که برم من کار خود با عقل پیش 3795
- O kendi tedbirine güvendi, aklımla elbette bir iş başarırım dedi.