-
همچو اهل نفس و اهل آب و گل ** در جهان بنشسته با اصحاب دل
- Nefis ehliyle şu balçığa kapılmış olanlar gibi hani. Onlar, gönül ehliyle oturdular mı bu hale gelirler işte.
-
حق ندارد خاصگان را در کمون ** از می احرار جز در یشربون
- Tanrı, kendi haslarına gizlilik aleminde hürlerin içtikleri şaraptan sunar ancak.
-
عرضه میدارند بر محجوب جام ** حس نمییابد از آن غیر کلام
- Onlar, perde ardında kalanlara, hakikatı görmeyenlere o şaraptan sunarlar ama duygu o, şarabın sözünden başka bir şey duymaz.
-
رو همی گرداند از ارشادشان ** که نمیبیند به دیده دادشان
- Hakikati görmeyenler, onların irşadından yüz çevirirler. Çünkü gözle onların ihsanını göremez.
-
گر ز گوشش تا به حلقش ره بدی ** سر نصح اندر درونشان در شدی 3925
- Kulaklarından boğazlarına bir yol olsaydı onların öğütleri, gönüllerine tesir ederdi.
-
چون همه نارست جانش نیست نور ** که افکند در نار سوزان جز قشور
- Fakat bu çeşit adam, baştanbaşa ateştir, nur değil. Yakıcı ateşe de ancak kabuklar atılır.
-
مغز بیرون ماند و قشر گفت رفت ** کی شود از قشر معده گرم و زفت
- İç, kabuktan çıktı. Kabuktan ibaret olan söz, kaybolup gitti. Mide hiç kabuktan kızışır, gelişir mi?
-
نار دوزخ جز که قشر افشار نیست ** نار را با هیچ مغزی کار نیست
- Cehennem ateşi ancak kabuğu yakar. Ateşin içle hiçbir işi yoktur.
-
ور بود بر مغز ناری شعلهزن ** بهر پختن دان نه بهر سوختن
- Ateş, içe yalım verirse mutlaka bil ki onu pişirmek içindir, yakmak için değil.
-
تا که باشد حق حکیم این قاعده ** مستمر دان در گذشته و نامده 3930
- Tanrı hüküm ve hikmet sahibi oldukça bu kaide daimidir. Geçmiş zamanda da böyledir. Gelecek zamanda da.
-
مغز نغز و قشرها مغفور ازو ** مغز را پس چون بسوزد دور ازو
- Latif iç, hatta kabuklar bile onun tarafından yarlıganırken artık nasıl olur da içi yakar? Uzaktır ondan bu.
-
از عنایت گر بکوبد بر سرش ** اشتها آید شراب احمرش
- Hatta inayet eder de bu inayeti yüzünden başına vurursa bile ona bir iştah verir, o kırmızı şarabı içirir.
-
ور نکوبد ماند او بستهدهان ** چون فقیه از شرب و بزم این شهان
- Başına vurmazsa o hoca gibi onun ağzını bağlar. Şarap da içirmez, bu padişahların meclisine de sokmaz.
-
گفت شه با ساقیش ای نیکپی ** چه خموشی ده به طبعش آر هی
- Padişah sakiye dedi ki: Ey izi kutlu ne susuyorsun? Hadi onu hoş bir hale getir, neşelendir!
-
هست پنهان حاکمی بر هر خرد ** هرکه را خواهد به فن از سر برد 3935
- Her akılda gizli bir hükmeden vardır. Kimi dilerse hileyle baştan çıkarır.
-
آفتاب مشرق و تنویر او ** چون اسیران بسته در زنجیر او
- Doğu güneşi de onun alemi aydınlatması da tutsaklar gibi onun zincirine bağlanmıştır.
-
چرخ را چرخ اندر آرد در زمن ** چون بخواند در دماغش نیم فن
- Dimağına yarım afsun okuduğu zaman feleği çarha getirir döndürür.
-
عقل کو عقل دگر را سخره کرد ** مهره زو دارد ویست استاد نرد
- Bir aklı tesiri altına alan başka bir akıl ondan kudret bulmuştur, tavla üstadı odur.
-
چند سیلی بر سرش زد گفت گیر ** در کشید از بیم سیلی آن زحیر
- Saki, hocanın başına birkaç sille vurdu al deyip şarap kadehini sundu. Zavallı hoca sille korkusundan kadehi alıp içti.
-
مست گشت و شاد و خندان شد چو باغ ** در ندیمی و مضاحک رفت و لاغ 3940
- İçince de sarhoş oldu, neşelendi, bağ gibi gülmeye başladı. Nedimliğe alaya latifeye koyuldu.
-
شیرگیر و خوش شد انگشتک بزد ** سوی مبرز رفت تا میزک کند
- Aslanı bile tutacak bir hale geldi. Neşesinden parmacıklarını şakırdatmaya başladı. Sonra su dökmek için ayak yoluna gitti.
-
یک کنیزک بود در مبرز چو ماه ** سخت زیبا و ز قرناقان شاه
- Ayak yolunda ay gibi bir halayık vardı. Padişahın cariyelerinden olan bu kız pek güzeldi.
-
چون بدید او را دهانش باز ماند ** عقل رفت و تن ستمپرداز ماند
- Onu görünce ağzı açık kaldı. Aklı gitti, halayığa saldırmaya kalkıştı.
-
عمرها بوده عزب مشتاق و مست ** بر کنیزک در زمان در زد دو دست
- Ömrünce bekardı iştiyak halindeydi. Şimdi bir de sarhoş olmuştu. Hemen halayığa el attı.
-
بس طپید آن دختر و نعره فراشت ** بر نیامد با وی و سودی نداشت 3945
- Halayık çırpınmaya başladı, narayı attı. Fakat hiçbir çaresi olmadı.