-
عمرها بوده عزب مشتاق و مست ** بر کنیزک در زمان در زد دو دست
- Ömrünce bekardı iştiyak halindeydi. Şimdi bir de sarhoş olmuştu. Hemen halayığa el attı.
-
بس طپید آن دختر و نعره فراشت ** بر نیامد با وی و سودی نداشت 3945
- Halayık çırpınmaya başladı, narayı attı. Fakat hiçbir çaresi olmadı.
-
زن به دست مرد در وقت لقا ** چون خمیر آمد به دست نانبا
- Kadın buluşma zamanında erkeğin elinde ekmekçinin elindeki hamura döner.
-
بسرشد گاهیش نرم و گه درشت ** زو بر آرد چاق چاقی زیر مشت
- Onu gah yumuşaklıkla gah sert bir halde yoğurur durur, elinin altında ondan çak, çak diye sesler çıkar.
-
گاه پهنش واکشد بر تختهای ** درهمش آرد گهی یک لختهای
- Gah onu uzatır, tahta üstünde yassı bir hale getirir. Gah bir araya toplar.
-
گاه در وی ریزد آب و گه نمک ** از تنور و آتشش سازد محک
- Gah su döker, gah tuz eker. Gah tandıra yayar, ateşle onu mehenge vurur.
-
این چنین پیچند مطلوب و طلوب ** اندرین لعبند مغلوب و غلوب 3950
- İstekli ve istenen, bu çeşit dürülüp bükülür, Alt olan ve üst gelen, bu oyundadır işte.
-
این لعب تنها نه شو را با زنست ** هر عشیق و عاشقی را این فنست
- Bu oyun yalnız kocayla karı arasında olmaz. Her aşıkla her sevgili de bu oyunu oynar.
-
از قدیم و حادث و عین و عرض ** پیچشی چون ویس و رامین مفترض
- Evveli olmayanla sonradan olanın, varlıkla var olup suret kabul edenin Vise ve Ramin gibi bükülüp ezilmesi farzdır.
-
لیک لعب هر یکی رنگی دگر ** پیچش هر یک ز فرهنگی دگر
- Fakat her birinin oyunu başka bir çeşittir. Her birinin ezilip büzülmesi başka bir hünerdendir.
-
شوی و زن را گفته شد بهر مثال ** که مکن ای شوی زن را بد گسیل
- Kocayla karıyı ey koca karını kötü tutma, hoş tut demek için örnek olarak söyledim.
-
آن شب گردک نه ینگا دست او ** خوش امانت داد اندر دست تو 3955
- Gerdek gecesi yenge onun elini tutup hoş bir emanet olarak senin eline vermedi mi?
-
کانچ با او تو کنی ای معتمد ** از بد و نیکی خدا با تو کند
- Ey güvenilir kişi sen iyi kötü ne yaparsan Tanrı da sana onu yapar.
-
حاصل اینجا این فقیه از بیخودی ** نه عفیفی ماندش و نه زاهدی
- Hasılı, o hoca ayakyolunda sarhoşluktan halayığa saldırdı. Ne namusu kaldı, ne zahitliği!
-
آن فقیه افتاد بر آن حورزاد ** آتش او اندر آن پنبه فتاد
- O huriden doğmuş güzelin üstüne atıldı. Ateşi o pamuğa düştü.
-
جان به جان پیوست و قالبها چخید ** چون دو مرغ سربریده میطپید
- Can, cana ulaştı bedenler dürülüp bükülmeye başladı. İkisi de başları kesilmiş iki kuş gibi çırpınıyorlardı.
-
چه سقایه چه ملک چه ارسلان ** چه حیا چه دین چه بیم و خوف جان 3960
- Hocanın gönlünde ne şarap meclisi, ne padişah, ne aslan, ne haya, ne din, ne ürkeklik, ne de can korkusu kaldı.
-
چشمشان افتاده اندر عین و غین ** نه حسن پیداست اینجا نه حسین
- Gözü kızdı, bir şey görmez oldu. Burada zaten ne Hasan görünür göze, ne Hüseyin!
-
شد دراز و کو طریق بازگشت ** انتظار شاه هم از حد گذشت
- Hocanın meclise dönmesi gecikti. Padişahın bekleyişi de haddi aştı.
-
شاه آمد تا ببیند واقعه ** دید آنجا زلزلهی القارعه
- Ne oluyor bir göreyim diye gitti. Oradaki kıyamet alametini gördü.
-
آن فقیه از بیم برجست و برفت ** سوی مجلس جام را بربود تفت
- Hoca, korkusundan hemen sıçrayıp meclise gitti, ateş gibi derhal şarap kadehini kaptı.
-
شه چون دوزخ پر شرار و پر نکال ** تشنهی خون دو جفت بدفعال 3965
- Padişah cehennem gibi kızmış gazaba gelmişti. O kötü işi işleyen hocanın da, kızın da kanına susamıştı.
-
چون فقیهش دید رخ پر خشم و قهر ** تلخ و خونی گشته همچون جام زهر
- Fakih padişahı hiddetli, gazaplı görünce kötü bir hale düştü, zehir kadehi gibi acı ve kanlı bir hale geldi.
-
بانگ زد بر ساقیش که ای گرمدار ** چه نشستی خیره ده در طبعش آر
- Sakiye, yahu acele et dedi, neye öyle sersem, sersem oturuyorsun? Çabuk padişahı neşelendir.
-
خنده آمد شاه را گفت ای کیا ** آمدم با طبع آن دختر ترا
- Padişah gülümsedi, ey ulu er dedi, hoşlandım, o kız senin olsun!