آن شب گردک نه ینگا دست او ** خوش امانت داد اندر دست تو 3955
Gerdek gecesi yenge onun elini tutup hoş bir emanet olarak senin eline vermedi mi?
کانچ با او تو کنی ای معتمد ** از بد و نیکی خدا با تو کند
Ey güvenilir kişi sen iyi kötü ne yaparsan Tanrı da sana onu yapar.
حاصل اینجا این فقیه از بیخودی ** نه عفیفی ماندش و نه زاهدی
Hasılı, o hoca ayakyolunda sarhoşluktan halayığa saldırdı. Ne namusu kaldı, ne zahitliği!
آن فقیه افتاد بر آن حورزاد ** آتش او اندر آن پنبه فتاد
O huriden doğmuş güzelin üstüne atıldı. Ateşi o pamuğa düştü.
جان به جان پیوست و قالبها چخید ** چون دو مرغ سربریده میطپید
Can, cana ulaştı bedenler dürülüp bükülmeye başladı. İkisi de başları kesilmiş iki kuş gibi çırpınıyorlardı.
چه سقایه چه ملک چه ارسلان ** چه حیا چه دین چه بیم و خوف جان 3960
Hocanın gönlünde ne şarap meclisi, ne padişah, ne aslan, ne haya, ne din, ne ürkeklik, ne de can korkusu kaldı.
چشمشان افتاده اندر عین و غین ** نه حسن پیداست اینجا نه حسین
Gözü kızdı, bir şey görmez oldu. Burada zaten ne Hasan görünür göze, ne Hüseyin!
شد دراز و کو طریق بازگشت ** انتظار شاه هم از حد گذشت
Hocanın meclise dönmesi gecikti. Padişahın bekleyişi de haddi aştı.
شاه آمد تا ببیند واقعه ** دید آنجا زلزلهی القارعه
Ne oluyor bir göreyim diye gitti. Oradaki kıyamet alametini gördü.
آن فقیه از بیم برجست و برفت ** سوی مجلس جام را بربود تفت
Hoca, korkusundan hemen sıçrayıp meclise gitti, ateş gibi derhal şarap kadehini kaptı.
شه چون دوزخ پر شرار و پر نکال ** تشنهی خون دو جفت بدفعال 3965
Padişah cehennem gibi kızmış gazaba gelmişti. O kötü işi işleyen hocanın da, kızın da kanına susamıştı.
چون فقیهش دید رخ پر خشم و قهر ** تلخ و خونی گشته همچون جام زهر
Fakih padişahı hiddetli, gazaplı görünce kötü bir hale düştü, zehir kadehi gibi acı ve kanlı bir hale geldi.
بانگ زد بر ساقیش که ای گرمدار ** چه نشستی خیره ده در طبعش آر
Sakiye, yahu acele et dedi, neye öyle sersem, sersem oturuyorsun? Çabuk padişahı neşelendir.
خنده آمد شاه را گفت ای کیا ** آمدم با طبع آن دختر ترا
Padişah gülümsedi, ey ulu er dedi, hoşlandım, o kız senin olsun!
پادشاهم کار من عدلست و داد ** زان خورم که یار را جودم بداد
Ben padişahım, benim işim adalettir, lütuftur. Ne yersem cömertliğim, sevgiliyi de onu verir.
آنچ آن را من ننوشم همچو نوش ** کی دهم در خورد یار و خویش و توش 3970
Tatlı, tatlı içemediğim şeyi nasıl olur da sevgiliye verir, ona azık olarak sunarım?
زان خورانم من غلامان را که من ** میخورم بر خوان خاص خویشتن
Ben kendi hususi soframda ne yersem kullarıma da onu yediririm.
زان خورانم بندگان را از طعام ** که خورم من خود ز پخته یا ز خام
Pişmiş olsun, ham olsun… Ne yemek yersem kölelerime onu yedirir, onları o yemekle beslerim.
من چو پوشم از خز و اطلس لباس ** زان بپوشانم حشم را نه پلاس
Kürkten, atlastan ne giyersem kölelerime de onu giydiririm, onlara köhne elbiseler giydirmem.
شرم دارم از نبی ذو فنون ** البسوهم گفت مما تلبسون
Hüner sahibi Peygamberden utanırım. O “ Hizmetçinize siz ne giyiyorsanız onu giydirin” dedi.
مصطفی کرد این وصیت با بنون ** اطعموا الاذناب مما تاکلون 3975
Mustafa, evladı olan ümmetine “ Elinizin altındakilere yediğiniz şeyden yedirin” diye vasiyette bulundu.
دیگران را بس به طبع آوردهای ** در صبوری چست و راغب کردهای
Başkalarını hoş bir hale getirdin, sabırla çevikleştirdin, sabra teşvik ettin.
هم به طبعآور بمردی خویش را ** پیشوا کن عقل صبراندیش را
Şimdi erlik göster de kendini de hoş bir hale getir. Sabır düşüncesine dalan aklını kendine kılavuz et.
چون قلاووزی صبرت پر شود ** جان به اوج عرش و کرسی بر شود
Sabır kılavuzu, sana kanat olursa canın arş ve kürsünün ta yücesine çıkar.
مصطفی بین که چو صبرش شد براق ** بر کشانیدش به بالای طباق
Mustafa’ya bak, sabrı Burak edindi de bu Burak, onu göklere çekti, çıkardı.
روان گشتن شاهزادگان بعد از تمام بحث و ماجرا به جانب ولایت چین سوی معشوق و مقصود تا به قدر امکان به مقصود نزدیکتر باشند اگر چه راه وصل مسدودست به قدر امکان نزدیکتر شدن محمودست الی آخره
Şehzadelerin bu bahisten, bu maceradan sonra sevgililerine ve maksatlarına mümkün olduğu kadar yaklaşmak için Çin iline gitmeleri. Buluşma yolu kapalı olsa bile mümkün olduğu kadar maksada yaklaşmak, iyi bir şeydir.