-
عین آن مکر آیت موسی شود ** اعتبار آن عصا بالا رود 4355
- Halbuki o hile, Musa'nın mucizesinin zuhuruna sebeboldu, asanın itibarını bir kat daha artırdı.
-
لشکر آرد او پگه تا حول نیل ** تا زند بر موسی و قومش سبیل
- Musa ile kavmini mahvetmek için Nil kıyısına kadar asker çekti.
-
آمنی امت موسی شود ** او به تحتالارض و هامون در رود
- Halbuki bu, Musa ümmetinin emin olmasına, kendisinin yerin dibine, helak çölüne gitmesine sebeboldu.
-
گر به مصر اندر بدی او نامدی ** وهم از سبطی کجا زایل شدی
- Firavun, Mısır'da kalsaydı, oraya gelmeseydi Musa kavminin vehmi, nasıl geçerdi?
-
آمد و در سبط افکند او گداز ** که بدانک امن در خوفست راز
- Ardlarına düştü, Musa kavmini âdeta eritti, yaktı yandırdı. Tanrı, bu suretle emniyet, bil ki korkudandır dedi.
-
آن بود لطف خفی کو را صمد ** نار بنماید خود آن نوری بود 4360
- Gizli lütuf ona derler ki hiçbir şeye muhtaç olmayan Tanrı, ateş gösterir, halbuki nurdur.
-
نیست مخفی مزد دادن در تقی ** ساحران را اجر بین بعد از خطا
- Tanrı' dan çekinen kişiye mükâfatta bulunmak, gizli ve olmayacak bir şey değildir. Sen, hataya düşen büyücülere, hatalarından sonra ettiği lûtfa bak.
-
نیست مخفی وصل اندر پرورش ** ساحران را وصل داد او در برش
- Sevip beslerken vuslata eriştirme, umulmayacak şey değildir. Halbuki o, büyücülerin ellerini, ayaklarını kestirirken onları vuslatına eriştirdi.
-
نیست مخفی سیر با پای روا ** ساحران را سیر بین در قطع پا
- Yürüyen ayakları olan kişinin yürüyüp gezmesi tabiîdir. Sen, büyücülerin ayakları kesildiği halde yürümelerini seyret!
-
عارفان زانند دایم آمنون ** که گذر کردند از دریای خون
- Arifler, kan denizinden geçip gitmişlerdir de o yüzden daimî bir emniyet içindedirler.
-
امنشان از عین خوف آمد پدید ** لاجرم باشند هر دم در مزید 4365
- Onların emniyeti, korkunun ta kendisinden meydana gelmiştir. Hâsılı her an da o emniyet, çoğalıp durur.
-
امن دیدی گشته در خوفی خفی ** خوف بین هم در امیدی ای حفی
- Ey temiz adam, korkudan gizlenmiş emniyeti gördün, ümidde gizli korkuyu da gör.
-
آن امیر از مکر بر عیسی تند ** عیسی اندر خانه رو پنهان کند
- O Bey, hileye saptı, İsa' yı tutturmak istedi. İsa, evine girdi, yüzünü gizledi.
-
اندر آید تا شود او تاجدار ** خود ز شبه عیسی آید تاجدار
- O da taca sahibolmak için eve girdi. Halbuki İsa' ya benzedi, darağacının tacı oldu.
-
هی میآویزید من عیسی نیم ** من امیرم بر جهودان خوشپیم
- Aman beni asmayın, ben İsa değilim. Ben Yahudilere izi kutlu bir beyim dedi.
-
زوترش بردار آویزید کو ** عیسی است از دست ما تخلیطجو 4370
- Onlar, hemen yürüyün, saldırın, İsa'dır bu; bizim elimizden hileye saparak kurtulmak istiyor, tez darağacına çekin dediler.
-
چند لشکر میرود تا بر خورد ** برگ او فی گردد و بر سر خورد
- Nice ordu vardır ki bir zafer elde etmek için. yürür. Kendi başını yer, artıklarını başkaları kapışırlar.
-
چند بازرگان رود بر بوی سود ** عید پندارد بسوزد همچو عود
-
چند در عالم بود برعکس این ** زهر پندارد بود آن انگبین
- Dünyada bu çeşit nice aksi şeyler vardır. Adam, onu zehir sanır, halbuki balın ta kendisidir.
-
بس سپه بنهاده دل بر مرگ خویش ** روشنیها و ظفر آید به پیش
- Nice ordular, ölümlerine kaani olurlar, halbuki aydınlıklara ererler, zafer elde ederler.
-
ابرهه با پیل بهر ذل بیت ** آمده تا افکند حی را چو میت 4375
- Kabe'yi aşağılamak, diriyi ölü gibi yere yıkmak için Ebrehe de fille geldi.
-
تا حریم کعبه را ویران کند ** جمله را زان جای سرگردان کند
- Kabe'yi yıkmak, herkesi oradan döndürmek istedi.
-
تا همه زوار گرد او تنند ** کعبهی او را همه قبله کنند
- Bütün ziyaretçilerin, onun yanma toplanmasını, emrine uymasını, yaptığı kâbeyi kıble edinmesini diledi.
-
وز عرب کینه کشد اندر گزند ** که چرا در کعبهام آتش زنند
- Neden benim kâbemi ateşlediler diye Araplardan öcalmak niyetine düştü.
-
عین سعیش عزت کعبه شده ** موجب اعزاز آن بیت آمده
- Onun bu savaşı, Kabe'nin yücelmesine, o Tanrı evinin daha ziyade şereflenmesine sebeboldu.