چند لشکر میرود تا بر خورد ** برگ او فی گردد و بر سر خورد
Nice ordu vardır ki bir zafer elde etmek için. yürür. Kendi başını yer, artıklarını başkaları kapışırlar.
چند بازرگان رود بر بوی سود ** عید پندارد بسوزد همچو عود
چند در عالم بود برعکس این ** زهر پندارد بود آن انگبین
Dünyada bu çeşit nice aksi şeyler vardır. Adam, onu zehir sanır, halbuki balın ta kendisidir.
بس سپه بنهاده دل بر مرگ خویش ** روشنیها و ظفر آید به پیش
Nice ordular, ölümlerine kaani olurlar, halbuki aydınlıklara ererler, zafer elde ederler.
ابرهه با پیل بهر ذل بیت ** آمده تا افکند حی را چو میت 4375
Kabe'yi aşağılamak, diriyi ölü gibi yere yıkmak için Ebrehe de fille geldi.
تا حریم کعبه را ویران کند ** جمله را زان جای سرگردان کند
Kabe'yi yıkmak, herkesi oradan döndürmek istedi.
تا همه زوار گرد او تنند ** کعبهی او را همه قبله کنند
Bütün ziyaretçilerin, onun yanma toplanmasını, emrine uymasını, yaptığı kâbeyi kıble edinmesini diledi.
وز عرب کینه کشد اندر گزند ** که چرا در کعبهام آتش زنند
Neden benim kâbemi ateşlediler diye Araplardan öcalmak niyetine düştü.
عین سعیش عزت کعبه شده ** موجب اعزاز آن بیت آمده
Onun bu savaşı, Kabe'nin yücelmesine, o Tanrı evinin daha ziyade şereflenmesine sebeboldu.
مکیان را عز یکی بد صد شده ** تا قیامت عزشان ممتد شده 4380
Mekkelilerin yüceliği birdir, yüz oldu. Kıyamete dek de yücelikleri yürüdü gitti.
او و کعبهی او شده مخسوفتر ** از چیست این از عنایات قدر
Halbuki Ebrehe de, kâbesi de daha ziyade yerin dibine girdi. Bu nedendir? Kaza ve kederin inayetlerinden.
از جهاز ابرهه همچون دده ** آن فقیران عرب توانگر شده
Yırtıcı bir hayvana benzeyen Ebrehe'nin getirdiği mal ve mülkten de Arap yoksulları, zengin oldular.
او گمان برده که لشکر میکشید ** بهر اهل بیت او زر میکشید
O, ordu çektiğini sanıyordu, halbuki Mekkelilere mal mülk ve altın götürmedeydi.
اندرین فسخ عزایم وین همم ** در تماشا بود در ره هر قدم
Kaza ve kaderin bu aksi cilvesinden haberi bile yoktu. Yolda her adımda şatafatını seyredip duruyordu.
خانه آمد گنج را او باز یافت ** کارش از لطف خدایی ساز یافت 4385
Nihayet adamcağız, evine geldi, defineyi buldu. İşi, Tanrı lûtfiyle düzene girdi.
مکرر کردن برادران پند دادن بزرگین را و تاب ناآوردن او آن پند را و در رمیدن او ازیشان شیدا و بیخود رفتن و خود را در بارگاه پادشاه انداختن بیدستوری خواستن لیک از فرط عشق و محبت نه از گستاخی و لاابالی الی آخره
Kardeşleri, ağabeylerine birbiri üstüne öğüt verdiler. Fakat o, bu öğütlere sabredemedi. Deli gibi kendinde olmaksızın onlardan kaçtı, kendisini padişahın tapısına izin istemeden attı. Fakat bu küstahlığından, aldırış etmediğinden değildi, aşkının çokluğundandı.
آن دو گفتندش که اندر جان ما ** هست پاسخها چو نجم اندر سما
İki kardeşi dediler ki: Canımızda, gökteki yıldızlar gibi yol gösteren öğütler var.
گر نگوییم آن نیاید راست نرد ** ور بگوییم آن دلت آید به درد
Söylemesek oyun, düzgün gelmeyecek. Söylesek gönlün dertlenecek.
همچو چغزیم اندر آب از گفت الم ** وز خموشی اختناقست و سقم
Söyleme yüzünden sudaki kurbağa gibi elemlere düştük. Susma yüzünden de dertleniyor, âdeta boğuluyoruz.
گر نگوییم آتشی را نور نیست ** ور بگوییم آن سخن دستور نیست
Söylemesek barışın, düzenin nuru yok bizce. Söylesek sözümüze uymayacaksın.
در زمان برجست کای خویشان وداع ** انما الدنیا و ما فیها متاع 4390
Onlar, böyle söyleyip dururken ağabeyleri birden yerinden sıçradı; kardeşler dedi, elveda. Dünya da değersiz bir şey, dünyadaki şeyler de.
پس برون جست او چو تیری از کمان ** که مجال گفت کم بود آن زمان
Yaydan ok fırlar gibi sıçradı. O anda söz söylemeye mecal yoktu zaten.
اندر آمد مست پیش شاه چین ** زود مستانه ببوسید او زمین
Sarhoş bir halde Çin padişahının huzuruna geldi. Sarhoşçasına derhal yeri öptü.
شاه را مکشوف یک یک حالشان ** اول و آخر غم و زلزالشان
Zaten onların derdi ve titreyişi, önceden de bir bir padişaha malûmdu, sonradan da.
میش مشغولست در مرعای خویش ** لیک چوپان واقفست از حال میش
Koyun, otlakta otlamakla oyalanır ama çoban, koyunun halini bilir.
کلکم راع بداند از رمه ** کی علفخوارست و کی در ملحمه 4395
"Hepiniz çobansınız ve size tâbi olanlardan mesulsünüz" diyen, sürünün halini bilir. Ot mu otluyor, yoksa bir savaşa mı düştü? Bundan haberdardır.