-
گرچه شه عارف بد از کل پیش پیش ** لیک میکردی معرف کار خویش
- Padişah, önceden onu, geçirdiği ahvali tamamiyle biliyordu ama muarrif de kendisine verilen vazifeyi yapmaktaydı.
-
در درون یک ذره نور عارفی ** به بود از صد معرف ای صفی
- Ey temiz adam, gönlündeki bir zerre irfan nuru, yüzlerce muarriften iyidir.
-
گوش را رهن معرف داشتن ** آیت محجوبیست و حزر و ظن
- Kulağını muarrife vermek, perde ardında olmaya, vehme, zanna düşmeye delildir.
-
آنک او را چشم دل شد دیدبان ** دید خواهد چشم او عین العیان 4405
- Kim can gözüyle görürse gözü, her şeyi apaçık görür.
-
با تواتر نیست قانع جان او ** بل ز چشم دل رسد ایقان او
- Canı, halkın tevatürüyle kanaat etmez, inancı, gönül gözünden meydana gelir.
-
پس معرف پیش شاه منتجب ** در بیان حال او بگشود لب
- Hâsılı muarrif, o seçilmiş padişahın huzurunda onun ahvalini anlatmak için ağzını açtı.
-
گفت شاها صید احسان توست ** پادشاهی کن که بی بیرون شوست
- Dedi ki: Padişahım, bu, senin ihsanına avlanmış; dışarıya atılmaya lâyık değil. Padişahlıkta bulun.
-
دست در فتراک این دولت زدست ** بر سر سرمست او بر مال دست
- Elini, bu devletin terkisine atmış. Onun sarhoş başını elinle okşa.
-
گفت شه هر منصبی و ملکتی ** که التماسش هست یابد این فتی 4410
- Padişah dedi ki: 8u delikanlı, ne mevki isterse, hangi ülkeyi dilerse vereceğim.
-
بیست چندان ملک کو شد زان بری ** بخشمش اینجا و ما خود بر سری
- Terkettiği malın, mülkün yirmi katını, fazlasıyla ona bağışlayacağım.
-
گفت تا شاهیت در وی عشق کاشت ** جز هوای تو هوایی کی گذاشت
- Muarrif dedi ki: Senin padişahlığın, onun gönlüne aşk tohumunu ekeli senin sevginden başka bir havaya kapılmasına imkân mı var?
-
بندگی تش چنان درخورد شد ** که شهی اندر دل او سرد شد
- Senin kulluğun, onu öyle bir hale getirmiştir ki padişahlık bile artık gönlüne soğuk gelmede.
-
شاهی و شهزادگی در باختست ** از پی تو در غریبی ساختست
- Padişahlığı da oynamış, yutulmuştur, şehzadeliği de. Senin ardına düşmüş, bir garip olmuştur.
-
صوفیست انداخت خرقه وجد در ** کی رود او بر سر خرقه دگر 4415
- O, âdeta bir sofidir, vecde gelmiş, hırkasını atmıştır. Artık bir daha hırkasını alır mı hiç?
-
میل سوی خرقهی داده و ندم ** آنچنان باشد که من مغبون شدم
- Verdiği hırkayı almak, pişman olmak, ben aldanmışım;
-
باز ده آن خرقه این سو ای قرین ** که نمیارزید آن یعنی بدین
- Arkadaş, o hırkayı tekrar bana ver. Ulaştığım vecit, bu hırkaya değmez demektir.
-
دور از عاشق که این فکر آیدش ** ور بیاید خاک بر سر بایدش
- Bu fikir, âşıktan pek uzaktır. Âşık, böyle bir düşünceye düşmez. Eğer ona böyle bir düşünce gelirse toprak başına!
-
عشق ارزد صد چو خرقه کالبد ** که حیاتی دارد و حس و خرد
- Aşk, diri olan, duygusu ve aklı bulunan yüzlerce beden hırkasına değer.
-
خاصه خرقهی ملک دنیا کابترست ** پنج دانگ مستیش درد سرست 4420
- Hele şu sonu olmayan dünya mülkünün hırkası nedir ki? Ancak beş kuruşçuk eden sarhoşluğu bile bir baş ağrısıdır.
-
ملک دنیا تنپرستان را حلال ** ما غلام ملک عشق بیزوال
- Dünya mülkü, bedene tapanlara helâldir. Bizse zevali olmayan aşk saltanatına kuluz.
-
عامل عشقست معزولش مکن ** جز به عشق خویش مشغولش مکن
- Padişahım, bu delikanlı aşk valisidir. Onu azletme. Kendi aşkından başka bir şeyle oyalama onu.
-
منصبی کانم ز ریت محجبست ** عین معزولیست و نامش منصبست
- Senin yüzünü göstermeyen mevki, âdi bir mevkidir. Makamdır ama hakikatte azledilmenin ta kendisidir o.
-
موجب تاخیر اینجا آمدن ** فقد استعداد بود و ضعف فن
- Şimdiye kadar buraya gelmemesindeki, geç kalmasındaki sebep, istidadının olmaması ve bedeninin arık bulunmasıydı.
-
بی ز استعداد در کانی روی ** بر یکی حبه نگردی محتوی 4425
- Hazırlığın olmadan bir madene bile gitsen bir habbe alamazsın.
-
همچو عنینی که بکری را خرد ** گرچه سیمینبر بود کی بر خورد
- Hani erkekliği olmayan adamın kız alması gibi. Tutalım kız pek güzel, gümüş gibi bedeni var, ona ne fayda?