-
صوفیست انداخت خرقه وجد در ** کی رود او بر سر خرقه دگر 4415
- O, âdeta bir sofidir, vecde gelmiş, hırkasını atmıştır. Artık bir daha hırkasını alır mı hiç?
-
میل سوی خرقهی داده و ندم ** آنچنان باشد که من مغبون شدم
- Verdiği hırkayı almak, pişman olmak, ben aldanmışım;
-
باز ده آن خرقه این سو ای قرین ** که نمیارزید آن یعنی بدین
- Arkadaş, o hırkayı tekrar bana ver. Ulaştığım vecit, bu hırkaya değmez demektir.
-
دور از عاشق که این فکر آیدش ** ور بیاید خاک بر سر بایدش
- Bu fikir, âşıktan pek uzaktır. Âşık, böyle bir düşünceye düşmez. Eğer ona böyle bir düşünce gelirse toprak başına!
-
عشق ارزد صد چو خرقه کالبد ** که حیاتی دارد و حس و خرد
- Aşk, diri olan, duygusu ve aklı bulunan yüzlerce beden hırkasına değer.
-
خاصه خرقهی ملک دنیا کابترست ** پنج دانگ مستیش درد سرست 4420
- Hele şu sonu olmayan dünya mülkünün hırkası nedir ki? Ancak beş kuruşçuk eden sarhoşluğu bile bir baş ağrısıdır.
-
ملک دنیا تنپرستان را حلال ** ما غلام ملک عشق بیزوال
- Dünya mülkü, bedene tapanlara helâldir. Bizse zevali olmayan aşk saltanatına kuluz.
-
عامل عشقست معزولش مکن ** جز به عشق خویش مشغولش مکن
- Padişahım, bu delikanlı aşk valisidir. Onu azletme. Kendi aşkından başka bir şeyle oyalama onu.
-
منصبی کانم ز ریت محجبست ** عین معزولیست و نامش منصبست
- Senin yüzünü göstermeyen mevki, âdi bir mevkidir. Makamdır ama hakikatte azledilmenin ta kendisidir o.
-
موجب تاخیر اینجا آمدن ** فقد استعداد بود و ضعف فن
- Şimdiye kadar buraya gelmemesindeki, geç kalmasındaki sebep, istidadının olmaması ve bedeninin arık bulunmasıydı.
-
بی ز استعداد در کانی روی ** بر یکی حبه نگردی محتوی 4425
- Hazırlığın olmadan bir madene bile gitsen bir habbe alamazsın.
-
همچو عنینی که بکری را خرد ** گرچه سیمینبر بود کی بر خورد
- Hani erkekliği olmayan adamın kız alması gibi. Tutalım kız pek güzel, gümüş gibi bedeni var, ona ne fayda?
-
چون چراغی بی ز زیت و بی فتیل ** نه کثیرستش ز شمع و نه قلیل
- Zeytinyağı ve fitili konmamış kandil, ne çok bir aydınlık verir, ne az!
-
در گلستان اندر آید اخشمی ** کی شود مغزش ز ریحان خرمی
- Burnu koku almıyan biri, gül bahçesine girse o güzel kokulardan bir neşe almaz ki.
-
همچو خوبی دلبری مهمان غر ** بانگ چنگ و بربطی در پیش کر
- Bu iş, bir namussuzun önündeki güzele, bir sağırın yanında çalınan cenk ve barbet sesine benzer.
-
همچو مرغ خاک که آید در بحار ** زان چه یابد جز هلاک و جز خسار 4430
- Karada yaşayan kuş, denize dalsa helak olmadan başka eline ne geçer?
-
همچو بیگندم شده در آسیا ** جز سپیدی ریش و مو نبود عطا
- Buğdayı olmaksızın değirmene gidenin ancak saçı, sakalı ağarır, başka bir şey elde edemez.
-
آسیای چرخ بر بیگندمان ** موسپیدی بخشد و ضعف میان
- Felek değirmeni, buğdayı olmayanların saçını, sakalını ağartır, kendilerini zayıflatır.
-
لیک با باگندمان این آسیا ** ملکبخش آمد دهد کار و کیا
- Fakat biz, bu değirmene buğdayımızla geldik. Bu değirmen, bize mal mülk bağışlar, iş güç verir.
-
اول استعداد جنت بایدت ** تا ز جنت زندگانی زایدت
- Önce cennete girmeye istidat gerek ki cennetten bir dirlik elde edesin.
-
طفل نو را از شراب و از کباب ** چه حلاوت وز قصور و از قباب 4435
- Yeni doğmuş çocuk, şaraptan, kebaptan, köşklerden, kubbelerden ne anlar?
-
حد ندارد این مثل کم جو سخن ** تو برو تحصیل استعداد کن
- Bu örneğin sonu gelmez, sözü kısa kes. Yürü, istidat elde etmeye çalış.
-
بهر استعداد تا اکنون نشست ** شوق از حد رفت و آن نامد به دست
- İşte bu delikanlı da istidat sahibi olmak için şimdiye kadar oturdu. İştiyakı hadden aştı, fakat istidat sahibi olamadı.
-
گفت استعداد هم از شه رسد ** بی ز جان کی مستعد گردد جسد
- İstidat da padişahtan elde edilir. Can olmadıkça bedende istidat mı olur dedi.
-
لطفهای شه غمش را در نوشت ** شد که صید شه کند او صید گشت
- Padişahın lûtufları, onun gamını dürdü. Kendisi avlandı hâsılı, belki padişahı da avlar.