-
قوم را پیغام کردی از نهان ** که نگه دارید دین زین گمرهان
- Kavmine gizlice, amanın bu sapıklardan dininizi koruyun derdi.
-
رفتن قاضی به خانهی زن جوحی و حلقه زدن جوحی به خشم بر در و گریختن قاضی در صندوقی الی آخره
- Kadının, Cuha' nın karısının evine gitmesi, Cuha' nın kızgın bir halde kapının halkasını dövmesi, kadının sandığa gizlenmesi.
-
مکر زن پایان ندارد رفت شب ** قاضی زیرک سوی زن بهر دب 4475
- Kadının hilesine son yoktur. Gece oldu. Akıllı kadı, kadına kavuşmak için yavaş yavaş kalktı, yola düştü.
-
زن دو شمع و نقل مجلس راست کرد ** گفت ما مستیم بی این آبخورد
- Kadın iki mum yaktı. Yemek ve çerez hazırlamıştı. Kadı gelince biz aslen dedi, içmeden sarhoşuz.
-
اندر آن دم جوحی آمد در بزد ** جست قاضی مهربی تا در خزد
- Tam bu sırada Cuha gelip kapıyı döğmeye başladı. Kadı, yerinden sıçradı, bir kaçacak yer aramaya koyuldu.
-
غیر صندوقی ندید او خلوتی ** رفت در صندوق از خوف آن فتی
- Ortada bir sandıktan başka kaçacak yer yoktu. Hemen korkusundan sandığın içine girdi.
-
اندر آمد جوحی و گفت ای حریف ** اتی وبالم در ربیع و در خریف
- Derken Cuha eve girdi. Başladı söylenmeye: A kadın, a yazın da bana vebal olan, kışın da.
-
من چه دارم که فداات نیست آن ** که ز من فریاد داری هر زمان 4480
- Neyim var da sana feda etmiyorum? Neden benim elimden her an öyle feryadedip durmadasın?
-
بر لب خشکم گشادستی زبان ** گاه مفلس خوانیم گه قلتبان
- Bana kötü kötü sözler söylemede, gah müflis, gah kaltaban demedesin.
-
این دو علت گر بود ای جان مرا ** آن یکی از تست و دیگر از خدا
- Benim olsa olsa iki derdim var: Biri senden, biri Tanrı'dan!
-
من چه دارم غیر آن صندوق که آن ** هست مایهی تهمت و پایهی گمان
- Töhmet atılacak, şüphe uyandıracak bir şu sandıktan başka neyim var ki?
-
خلق پندارند زر دارم درون ** داد واگیرند از من زین ظنون
- Halk da içinde altınım var sanıyor, hakkımda böyle şüphelere düşüyor.
-
صورت صندوق بس زیباست لیک ** از عروض و سیم و ز خالیست نیک 4485
- Sandık, görünüşte pek güzel ama içinde ne kumaş var, ne altın, ne gümüş... Bomboş!
-
چون تن زراق خوب و با وقار ** اندر آن سله نیابی غیر مار
- Hani güzel ve vekarlı riyakârın bedeni gibi. O sepette ancak yılan vardır, başka bir şey bulamazsın.
-
من برم صندوق را فردا به کو ** پس بسوزم در میان چارسو
- Yarın şu sandığı alıp götüreyim de çarşı ortasında yakayım.
-
تا ببیند مومن و گبر و جهود ** که درین صندوق جز لعنت نبود
- Mümin de görsün, kâfir de, çıfıt da.. Bu sandıkta lanetten başka bir şey yok!
-
گفت زن هی در گذر ای مرد ازین ** خورد سوگندان که نکنم جز چنین
- Kadın, adam dedi, vazgeç bundan. Cuha, Vallahi vazgeçmem, yapacağım diye yeminler etti.
-
از پگه حمال آورد او چو باد ** زود آن صندوق بر پشتش نهاد 4490
- Sabah çağı yel gibi koştu, hamal getirdi, hemencecik sandığı hamalın sırtına yükledi.
-
اندر آن صندوق قاضی از نکال ** بانگ میزد که ای حمال و ای حمال
- Kadı, eziyetler içinde sandıkta "Hamal, hamal" diye sesleniyordu.
-
کرد آن حمال راست و چپ نظر ** کز چه سو در میرسد بانک و خبر
- Hamal sağına, soluna baktı. Bu ses nereden geliyor ki dedi.
-
هاتفست این داعی من ای عجب ** یا پریام میکند پنهان طلب
- Acaba beni çağıran hatif mi? Yoksa gizlice peri mi çağırıyor beni?
-
چون پیاپی گشت آن آواز و بیش ** گفت هاتف نیست باز آمد به خویش
- O ses üst üste gelmeye başlayınca kendisine geldi, bu hatif değil dedi.
-
عاقبت دانست کان بانگ و فغان ** بد ز صندوق و کسی در وی نهان 4495
- Nihayet anladı ki o ses sandıktan gelmede, sandıkta da birisi gizli.
-
عاشقی کو در غم معشوق رفت ** گر چه بیرونست در صندوق رفت
- Sevgilinin derdiyle bir âşık, dışardayken sandığa gizlenmiş.
-
عمر در صندوق برد از اندهان ** جز که صندوقی نبیند از جهان
- Ömrünü, dertlere uğramış da sandıkta geçirmiş. Çünkü âlemde yalnız bir sandık görmüş.
-
آن سری که نیست فوق آسمان ** از هوس او را در آن صندوق دان
- Göklerin yücesine yücelmeyen baş, bil ki heveslere kapılmış, sandık içine girmiştir.