-
دلوها وابستهی چرخ بلند ** دلو او در اصبعین زورمند 4575
- Kovalar, yüce gök kubbeye bağlıdır. Onun kovasiyle Tanrı'nın güçlü kuvvetli iki parmağı arasındadır.
-
دلو چه و حبل چه و چرخ چی ** این مثال بس رکیکست ای اچی
- Kova nedir, ip nedir, gök ne? Bu örnek: pek sudan bir örnektir ey ulu er!
-
از کجا آرم مثالی بیشکست ** کفو آن نه آید و نه آمدست
- Fakat nerden sağlam bir örnek bulayım? Onun eşi ne gelir, ne de gelmiştir.
-
صد هزاران مرد پنهان در یکی ** صد کمان و تیر درج ناوکی
- Yüz binlerce er, bir kişide gizlidir. Yüzlerce yayla ok, bir oka sığmış, bir oka gizlenmiştir.
-
ما رمیت اذ رمیتی فتنهای ** صد هزاران خرمن اندر حفنهای
- "Attığın zaman sen atmadın, Tanrı attı" sözü, bir imtihandır. Yüz binlerce harman, bir avuç buğdaydadır.
-
آفتابی در یکی ذره نهان ** ناگهان آن ذره بگشاید دهان 4580
- Bir güneş, bir zerre içinde gizlidir. Derken ansızın o zerre ağzını açar.
-
ذره ذره گردد افلاک و زمین ** پیش آن خورشید چون جست از کمین
- O güneşin huzurunda gizlendiği yerden sıçradı mı göklerde zerre zerre olur, yeryüzü de.
-
این چنین جانی چه درخورد تنست ** هین بشو ای تن ازین جان هر دو دست
- Artık böyle bir can, nasıl olur da bedene lâyık olur? Kendine gel de ey beden, bu candan iki elini de yuğ!
-
ای تن گشته وثاق جان بسست ** چند تاند بحر درمشکی نشست
- Ey cana bucak olan beden, yeter artık! Deniz, bir matraya ne kadar sığabilir ki?
-
ای هزاران جبرئیل اندر بشر ** ای مسیحان نهان در جوف خر
- Ey insandaki binlerce Cebrail! Ey âdi bir kalıpta gizli Mesih'ler!
-
ای هزاران کعبه پنهان در کنیس ** ای غلطانداز عفریت و بلیس 4585
- Ey kilisede gizli binlerce Kabe! Ey ifriti, iblisi yanıltan, yanlışlara sevkeden!
-
سجدهگاه لامکانی در مکان ** مر بلیسان را ز تو ویران دکان
- Sen mekân ilinde mekânsızlık secdegâhısın. İblislerin dükkânı senin yüzünden yıkılmıştır.
-
که چرا من خدمت این طین کنم ** صورتی را نم لقب چون دین کنم
- Şeytan, neden ben bu toprağı tapı kılayım? Neden bir surete din adını takayım? dedi.
-
نیست صورت چشم را نیکو به مال ** تا ببینی شعشعهی نور جلال
- Halbuki bu suret değildir, gözünü iyice ov da bak. Bak da ululuk nurunun kalkınmasını gör!
-
باز آمدن به شرح قصهی شاهزاده و ملازمت او در حضرت شاه
- Şehzadenin, padişah tapısında kalması
-
شاهزاده پیش شه حیران این ** هفت گردون دیده در یک مشت طین
- Şehzade, padişahın huzurunda buna hayran oldu. Yedi göğü de bir avuç toprakta gördü.
-
هیچ ممکن نه ببحثی لب گشود ** لیک جان با جان دمی خامش نبود 4590
- Hiçbir bahiste ağız açmanın imkânı yoktu. Fakat, can, canla bir an bile konuşmadan kalmıyordu.
-
آمده در خاطرش کین بس خفیست ** این همه معنیست پس صورت ز چیست
- Hatırına pek gizli olarak şöyle bir şey geldi: Bunlar, hep mâna işi peki, suret nedir?
-
صورتی از صورتت بیزار کن ** خفتهای هر خفته را بیدار کن
- Bu suret, öyle bir suret ki seni suretten usandırır. Bu öyle bir uyuyandır ki her uyuyanı uyandırır.
-
آن کلامت میرهاند از کلام ** وان سقامت میجهاند از سقام
- Sözün, insanı sözden kurtarır. Hastalığın, hastalıkları giderir.
-
پس سقام عشق جان صحتست ** رنجهااش حسرت هر راحتست
- Aşk illeti, sıhhatin bile canıdır. Aşkın eziyetleri, her rahatın hasret çektiği eziyetlerdir.
-
ای تن اکنون دست خود زین جان بشو ** ور نمیشویی جز این جانی بجو 4595
- Ey beden, artık elini candan yıka. Yıkayamı-yorsan bu candan başka bir can ara.
-
حاصل آن شه نیک او را مینواخت ** او از آن خورشید چون مه میگداخت
- Hâsılı padişah, ona iyice iltifatta bulundu. Şehzade, o güneşten ay gibi yanıp yakılmadaydı.
-
آن گداز عاشقان باشد نمو ** همچو مه اندر گدازش تازهرو
- Fakat âşıkların yanıp yakılması bir gelişmedir. Nitekim ay da yanıp yakılarak taze bir yüz kazanır.
-
جمله رنجوران دوا دارند امید ** نالد این رنجور کم افزون کنید
- Bütün hastalar, iyileşmeyi umarlar. Halbuki aşk hastası, amanın; derdimi artırın diye sızıldanır.
-
خوشتر از این سم ندیدم شربتی ** زین مرض خوشتر نباشد صحتی
- Bu zehirden daha güzel, daha hoş bir şerbet görmedim. Bu hastalıktan daha iyi bir sıhhat olamaz.