تو همیگویی عجب خامش چراست ** او همیگوید عجب گوشش کجاست
Sen acaba neden susmada dersin ama o, acaba kulağı nerde ki duymuyor?
من ز نعره کر شدم او بیخبر ** تیزگوشان زین سمر هستند کر
Ben nâra ata ata sağır oldum, onun haberi bile yok der. Zaten iyi işitenler, kulakları delik olanlar bile bunu duyamazlar, sağırdırlar.
آن یکی در خواب نعره میزند ** صد هزاران بحث و تلقین میکند
Birisi rüyada nâra atar. Yüz binlerce bahislerde bulunur, sözler söyler.
این نشسته پهلوی او بیخبر ** خفته خود آنست و کر زان شور و شر
Yanı başında oturanın haberi bile olmaz. Hakikatte o gürültüden haberi olmayan uyanık yok mu? Asıl uykuda olan odur.
وان کسی کش مرکب چوبین شکست ** غرقه شد در آب او خود ماهیست 4630
Tahtadan atı da kırılana gelince: O, tamamiyle denize garkolur, balık kesilir.
نه خموشست و نه گویا نادریست ** حال او را در عبارت نام نیست
Artık o, ne sükût eder, ne söyler. Onun, misli, âdeta yoktur. Hali sözle anlatılamaz.
نیست زین دو هر دو هست آن بوالعجب ** شرح این گفتن برونست از ادب
O, bu iki kısımdan da değildir. Şaşılacak bir şeydir o. Bunu anlatmak edepten dışarıdır
این مثال آمد رکیک و بیورود ** لیک در محسوس ازین بهتر نبود
Bu örnek de sudan oldu, hiç uymadı. Fakat duygu âleminde bundan güzel bir örnek de bulunamaz.
متوفی شدن بزرگین از شهزادگان و آمدن برادر میانین به جنازهی برادر کی آن کوچکین صاحبفراش بود از رنجوری و نواختن پادشاه میانین را تا او هم لنگ احسان شد ماند پیش پادشاه صد هزار از غنایم غیبی و غنی بدو رسید از دولت و نظر آن شاه مع تقریر بعضه
Şehzadelerin büyüğünün ölümü, küçükleri hasta olduğundan ortanca kardeşin, ağabeylerinin cenazesine gelmesi. Padişahın ona da iltifatta bulunması, onun da padişahın ihsanına kapılması ve tapıda kalması, Padişahın devleti ve bakışı sayesinde yüz binlerce görünür ve görünmez nimetler elde etmesi vesaire.
کوچکین رنجور بود و آن وسط ** بر جنازهی آن بزرگ آمد فقط
Küçükleri hastaydı. Yalnız ortanca kardeşleri, ağabeylerinin cenazesine geldi.
شاه دیدش گفت قاصد کین کیست ** که از آن بحرست و این هم ماهیست 4635
Padişah, onu gördü, tanıdı. Fakat mahsustan bu kimdir? Bu da o denizden olacak; bu da bir balık dedi.
پس معرف گفت پور آن پدر ** این برادر زان برادر خردتر
Muarrif, dedi ki: Bu da o babanın oğlu. Bu, onun küçük kardeşi.
شه نوازیدش که هستی یادگار ** کرد او را هم بدان پرسش شکار
Padişah, sen bize ondan armağansın dedi. Bu soruşla onu da avladı.
از نواز شاه آن زار حنیذ ** در تن خود غیر جان جانی بدیذ
O yanıp kebap olan şehzadenin bedeninde, padişahın iltifatı üzerine evvelki candan başka bir can belirdi.
در دل خود دید عالی غلغله ** که نیابد صوفی آن در صد چله
Gönlünde öyle yüce bir feyiz gördü ki sofi, onu yüzlerce çileye bile elde edemez.
عرصه و دیوار و کوه سنگبافت ** پیش او چون نار خندان میشکافت 4640
Ören, duvar, dağdaki madenler.... Her şey, onun önünde nar gibi yanlıyordu.
ذره ذره پیش او همچون قباب ** دم به دم میکرد صدگون فتح باب
Her şey, anbean ona karşı zerre zerre yarılmada, kubbeler gibi yarılıp ona yüzlerce kapı açılmadaydı.
باب گه روزن شدی گاه شعاع ** خاک گه گندم شدی و گاه صاع
Kapı, gah pencere haline gelmede, gah nur halini almadaydı. Toprak, gah buğday oluyordu, gâh kile.
در نظرها چرخ بس کهنه و قدید ** پیش چشمش هر دمی خلق جدید
Gözlere pek köhne, pek kuru bir halde görünen gök; onun gözü önünde her an yeni bir surette yarılmadaydı.
روح زیبا چونک وا رست از جسد ** از قضا بی شک چنین چشمش رسد
Güzelim ruh, kalıptan kurtulunca insana takdir, böyle bir göz verir elbet.
صد هزاران غیب پیشش شد پدید ** آنچ چشم محرمان بیند بدید 4645
Gayb âlemine ait yüz binlerce şey, gözünün önünde aşikâr oldu. Mahremlerin gözü neleri görüyorsa onun gözü de gördü.
آنچ او اندر کتب بر خوانده بود ** چشم را در صورت آن بر گشود
Kitaplarda okumuş olduğu şeyler, suretlere bürünüp gözüne görünmeye başladı.
از غبار مرکب آن شاه نر ** یافت او کحل عزیزی در بصر
O er, padişahın atının tozundan gözüne kadri yüce bir sürme çekmişti.
برچنین گلزار دامن میکشید ** جزو جزوش نعره زن هل من مزید
Böyle bir gül bahçesinde eteğini sürmede, her cüzü, daha yok mu diye naralar atmadaydı.