-
عاجزی و خیره کن عجز از کجاست ** عجز تو تابی از آن روز جزاست 4825
- Acizsin, bu aciz nerden diye şaşırmışsın değil mi? Senin aczin, kıyamet gününden meydana gelmededir.
-
عجزها داری تو در پیش ای لجوج ** وقت شد پنهانیان را نک خروج
- A inatçı, senin önünde âcizler var. Gizli olanların meydana çıkması zamanı geldi, işte sana kıyamet.
-
خرم آن کین عجز و حیرت قوت اوست ** در دو عالم خفته اندر ظل دوست
- Bu aciz ve hayret, kendisine gıda olan kişiye ne mutlu. O, iki âlemde de sevgilinin gölgesinde uyumuştur.
-
هم در آخر عجز خود را او بدید ** مرده شد دین عجایز را گزید
- O, nihayet kendi aczini görmüş, ölmüş, kocakarılar dinini seçmiştir.
-
چون زلیخا یوسفش بر وی بتافت ** از عجوزی در جوانی راه یافت
- Zeliha gibi, ona Yusuf' un nuru vurdu mu kocalıktan kurtuldu, gençliğe yol buldu, gençleşti.
-
زندگی در مردن و در محنتست ** آب حیوان در درون ظلمتست 4830
- Hayat, ölümde ve mihnettedir. Abıhayat, karanlıklar içindedir.
-
رجوع کردن به قصهی پروردن حق تعالی نمرود را بیواسطهی مادر و دایه در طفلی
- Ulu Tanrı' nın Nemrud'u anasız ve dadısız olarak yetiştirip büyütmesi
-
حاصل آن روضه چو باغ عارفان ** از سموم صرصر آمد در امان
- Hâsılı o bahçe, arifler bağı gibi sam yellerinden de amandaydı, kasırgadan da.
-
یک پلنگی طفلکان نو زاده بود ** گفتم او را شیر ده طاعت نمود
- Bir kaplan yavrulamıştı. Ona dedim ki: Süt ver bu çocuğa, itaat etti.
-
پس بدادش شیر و خدمتهاش کرد ** تا که بالغ گشت و زفت و شیرمرد
- Ona süt verdi, tapılar kıldı. Nihayet çocuk gelişti, irileşti, aslanlaştı.
-
چون فطامش شد بگفتم با پری ** تا در آموزید نطق و داوری
- Sütten kesilince bir periye, ona söz söylemeyi öğret dedim, öğretti.
-
پرورش دادم مر او را زان چمن ** کی بگفت اندر بگنجد فن من 4835
- Onu, o yeşillikte yetiştirdim, besledim. Benim hünerim, sanatım hiç söze sığar mı?
-
داده من ایوب را مهر پدر ** بهر مهمانی کرمان بیضرر
- Ben, zararsız kurtları Eyüb'e konuk ettim, kendisine de onlara karşı baba sevgisi verdim.
-
داده کرمان را برو مهر ولد ** بر پدر من اینت قدرت اینت ید
- Kurtlar da evlâdın babasını sevmesi gibi onu severlerdi. Onlara da bu sevgiyi verdim, tşte sana kudret, işte sana güç!
-
مادران را داب من آموختم ** چون بود لطفی که من افروختم
- Analara analık edebini ben öğrettim. Artık düşün, benim yakıp aydınlattığım lütuf nasıl olur?
-
صد عنایت کردم و صد رابطه ** تا ببیند لطف من بیواسطه
- Yüzlerce inayetlerde bulundum, yüzlerce alâkalar yarattım, bu suretle benim lûtfumu vasıtasız olarak görsün dedim.
-
تا نباشد از سبب در کشمکش ** تا بود هر استعانت از منش 4840
- Görsün de sebep yüzünden savaşlara, çekişmelere düşmesin; her yardımı, ancak benden beklesin.
-
ورنه تا خود هیچ عذری نبودش ** شکوتی نبود ز هر یار بدش
- Bana karşı hiçbir özrü olmasın, her kötü dosttan şikâyetlenmesin dedim.
-
این حضانه دید با صد رابطه ** که بپروردم ورا بیواسطه
- Bu yüzlerce alâkayla beslenmeyi, yetişmeyi gördü. Onu vasıtasız olarak nasıl besledim, anladı, bildi.
-
شکر او آن بود ای بندهی جلیل ** که شد او نمرود و سوزندهی خلیل
- Ey ulu Tanrı'nın kulu, buna karşılık şükrane olarak Nemrut oldu, Halil'i yakmaya kalkıştı.
-
همچنان کین شاهزاده شکر شاه ** کرد استکبار و استکثار جاه
- Nitekim bu şehzade de padişaha şükran olarak ululandı, mevkiinin daha yücelmesini istedi.
-
که چرا من تابع غیری شوم ** چونک صاحب ملک و اقبال نوم 4845
- Ben neden başkasına tâbi olayım? Benim de bir ülkem var, ben de yeni bir ikbale sahibim dedi.
-
لطفهای شه که ذکر آن گذشت ** از تجبر بر دلش پوشیده گشت
- Evvelce anlattığımız gibi, padişahtan görmüş olduğu lütuf lan, ululandığı için gönlünde örtüldü gitti.
-
همچنان نمرود آن الطاف را ** زیر پا بنهاد از جهل و عمی
- Nemrut da bunun gibi bilgisizlik ve körlük yüzünden o lûtufları ayağının altına aldı.
-
این زمان کافر شد و ره میزند ** کبر و دعوی خدایی میکند
- Şimdi kâfir odu, yol kesmekte. Ululanmada, Tanrılık dâvasına kalkışmada.
-
رفته سوی آسمان با جلال ** با سه کرکس تا کند با من قتال
- Üç gerges kuşuna uymuş, yüce göklere çıkmaya, benimle savaşıp vuruşmaya girişti.