-
اعجمی ترکی سحر آگاه شد ** وز خمار خمر مطربخواه شد
- Yabancı bir Türk, seher vakti uyandı. Sarhoşluğun verdiği mahmurlukla bir çalgıcı istedi.
-
مطرب جان مونس مستان بود ** نقل و قوت و قوت مست آن بود
- Can çalgıcısı, insanın canına munistir. Sarhoşun mezesi, gıdası ve kuvveti odur.
-
مطرب ایشان را سوی مستی کشید ** باز مستی از دم مطرب چشید 645
- Çalgıcı onları sarhoşluğa çeker. Sonra yine sarhoşluğu, çalgıcının, okuyucunun nağmesinden, nefesinden tadarlar.
-
آن شراب حق بدان مطرب برد ** وین شراب تن ازین مطرب چرد
- Allah şarabı, insanı o çalgıcıya, o okuyucuya götürür; bu ten şarabı da bu çalgıcıdan, bu okuyucudan gıdalanır.
-
هر دو گر یک نام دارد در سخن ** لیک شتان این حسن تا آن حسن
- Söze gelince ikisi de birdir ama hakikatte bu Hasan’la o Hasan arasında fark çoktur.
-
اشتباهی هست لفظی در بیان ** لیک خود کو آسمان تا ریسمان
- Arada söze ait bir şüphe var ama gökyüzü nerede, ip nerede?
-
اشتراک لفظ دایم رهزنست ** اشتراک گبر و مؤمن در تنست
- Sözdeki birlik, daima yol vurur. Kâfirle müminin birliği, ten bakımındandır.
-
جسمها چون کوزههای بستهسر ** تا که در هر کوزه چه بود آن نگر 650
- Bedenler, ağızları kapalı testilere benzerler. Her testide ne var? Sen ona bak.
-
کوزهی آن تن پر از آب حیات ** کوزهی این تن پر از زهر ممات
- O beden testisi, âbıhayatla doludur, bu beden testisi ölüm zehriyle.
-
گر به مظروفش نظر داری شهی ** ور به ظرفش بنگری تو گمرهی
- İçindekine bakarsan padişahsın, dışına bakarsan yolunu azıttın gitti.
-
لفظ را مانندهی این جسم دان ** معنیش را در درون مانند جان
- Söz,bil ki şu bedene benzer, manâsı da içindeki candır.
-
دیدهی تن دایما تنبین بود ** دیدهی جان جان پر فن بین بود
- Baş gözü, daima bedeni görür, can gözü ise, hünerli canı.
-
پس ز نقش لفظهای مثنوی ** صورتی ضالست و هادی معنوی 655
- Mesnevi’nin sözlerindeki suret de surete kapılanı azdırır, yolunu kaybettirir, manâya bakan kişiye de yol gösterir, doğru yolu buldurur.
-
در نبی فرمود کین قرآن ز دل ** هادی بعضی و بعضی را مضل
- Allah da “Bu Kur’an, gönül yüzünden bazılarına doğru yolu gösterir, bazılarının da yolunu azıtır” buyurmuştur.
-
الله الله چونک عارف گفت می ** پیش عارف کی بود معدوم شی
- Arif, şarap dedi mi Allah için olsun abes görme. Arife nasıl olur da bir şey yok olur?
-
فهم تو چون بادهی شیطان بود ** کی ترا وهم می رحمان بود
- Sen, şeytanın içtiği şarabı anlarsan Allah şarabını nereden düşünebileceksin?
-
این دو انبازند مطرب با شراب ** این بدان و آن بدین آرد شتاب
- Çalgıyla şarap... bu ikisi de eşittir. Bu ona koşar, o buna.
-
پر خماران از دم مطرب چرند ** مطربانشان سوی میخانه برند 660
- Sarhoşlar, çalgının namesiyle, çalgıcının nefesiyle gıdalanırlar. Çalgıyla çalgıcı da onları meyhaneye çeker götürür.
-
آن سر میدان و این پایان اوست ** دل شده چون گوی در چوگان اوست
- O, meydanın başıdır, bu, sonu. Gönül, onun çevgânında bir top kesilmiştir.
-
در سر آنچ هست گوش آنجا رود ** در سر ار صفراست آن سودا شود
- Akılda ne varsa kulak oraya dikilir. Başta safra varsa yanınca sevda olur.
-
بعد از آن این دو به بیهوشی روند ** والد و مولود آنجا یک شوند
- Sonra bu ikisi de kendinden geçer, orada baba da bir olur oğul da.
-
چونک کردند آشتی شادی و درد ** مطربان را ترک ما بیدار کرد
- Neşeyle dert uzlaştı mı türkümüz çalgıcıları uyandırdı.
-
مطرب آغازید بیتی خوابناک ** که انلنی الکاس یا من لا اراک 665
- Çalgıcı uyutucu bir şarkı okumaya başladı: Ey yüzünü görmediğim sevgili, bana bir kadeh sun.
-
انت وجهی لا عجب ان لا اراه ** غایة القرب حجاب الاشتباه
- Sen, benim yüzümsün, hakikatimsin, seni görmezsem şaşılmaz. Yakınlığın son derecesi, şüpheye düşme perdesiyle bürünmedir.
-
انت عقلی لا عجب ان لم ارک ** من وفور الالتباس المشتبک
- Sen aklımsın, seni görmezsem şaşılmaz. Karışık şeylerin birbirine girmesinden seni göremezsem şaşılacak şey değildir bu.