English    Türkçe    فارسی   

6
945-969

  • باز خرم گشت مجلس دلفروز  ** خیز دفع چشم بد اسپند سوز  945
  • Yine meclis şenlendi, gönülleri parlattı. Kalk, kem göz değmesin diye mangala çörekotu at.
  • نعره‌ی مستان خوش می‌آیدم  ** تا ابد جانا چنین می‌بایدم 
  • Güzel sarhoşların naralarını duyuyorum. Canım, ta sonuna kadar böyle olmayalım işte.
  • نک هلالی با بلالی یار شد  ** زخم خار او را گل و گلزار شد 
  • İşte bir Hilâl bir Bilâl’e dost oldu. Diken yarası, ona gül ve gülnar kesildi.
  • گر ز زخم خار تن غربال شد  ** جان و جسمم گلشن اقبال شد 
  • Beden, diken yarası ile kalbura döndü ama canım, bedenim, devlet gülistanı oldu.
  • تن به پیش زخم خار آن جهود  ** جان من مست و خراب آن و دود 
  • Beden, o kâfirin dikeninin zahmı önünde ama canım, Allah’nın sarhoşu!
  • بوی جانی سوی جانم می‌رسد  ** بوی یار مهربانم می‌رسد  950
  • Canıma bir can kokusudur gelmede, merhametli sevgilimin kokusu erişmede.
  • از سوی معراج آمد مصطفی  ** بر بلالش حبذا لی حبذا 
  • Mustafa, Miraçtan geldi, Bilâl’ine ne mutlu ne mutlu!
  • چونک صدیق از بلال دم‌درست  ** این شنید از توبه‌ی او دست شست 
  • Sıddıyk, doğru özlü, doğru sözlü Bilâl’den bu sözleri duyunca tövbesinden el yudu.
  • باز گردانیدن صدیق رضی الله عنه واقعه‌ی بلال را رضی الله عنه و ظلم جهودان را بر وی و احد احد گفتن او و افزون شدن کینه‌ی جهودان و قصه کردن آن قضیه پیش مصطفی علیه‌السلام و مشورت در خریدن او 
  • Allah razı olsun,Sıddıyk’ın bu vakayı Mustafa aleyhiselâm’a söylemesi, Bilâl’e, kâfirlerin yaptıkları zulümleri ve onun “Ahad ,Ahad” demesi yüzünden daha fazla zulmettiklerini anlatması,onu almak için birbirleriyle danışmaları
  • بعد از آن صدیق پیش مصطفی  ** گفت حال آن بلال با وفا 
  • Sıddıyk bunun üzerine Mustafa’nın yanına gelip vefalı Bilâl’in halini anlattı.
  • کان فلک‌پیمای میمون‌بال چست  ** این زمان در عشق و اندر دام تست 
  • Dedi ki: O felekleri ölçen çevik ve kutlu kanatlı Bilâl, şimdi senin aşkına düşmüş, senin tuzağına tutulmuştur.
  • باز سلطانست زان جغدان برنج  ** در حدث مدفون شدست آن زفت‌گنج  955
  • Padişahın doğanıyken o kuzgunlardan zahmetlere uğramada. O ağır define, pislik içine gömülmüş.
  • جغدها بر باز استم می‌کنند  ** پر و بالش بی‌گناهی می‌کنند 
  • Baykuşlar, doğana sitem etmedeler. Suçsuz olduğu halde kanatlarını yolmadalar.
  • جرم او اینست کو بازست و بس  ** غیر خوبی جرم یوسف چیست پس 
  • Suçu ancak doğan oluşu. Yusuf’un güzellikten başka ne suçu var ki?
  • جغد را ویرانه باشد زاد و بود  ** هستشان بر باز زان زخم جهود 
  • Baykuşun yeri yurdu yıkık yerlerdir. Onun için doğana kâfirce kızmadalar.
  • که چرا می یاد آری زان دیار  ** یا ز قصر و ساعد آن شهریار 
  • Neden o diyarı hatırlıyorsun? Neden padişahın köşkünü, bileğini anıyorsun?
  • در ده جغدان فضولی می‌کنی  ** فتنه و تشویش در می‌افکنی  960
  • Baykuşların köyünde gevezelik ediyor, buraya bir kargaşalıktır salıyorsun.
  • مسکن ما را که شد رشک اثیر  ** تو خرابه خوانی و نام حقیر 
  • Feleğin üstündeki esir bile, yuvamıza haset ederken sen oraya yıkık yer diyor, orayı hor görüyorsun.
  • شید آوردی که تا جغدان ما  ** مر ترا سازند شاه و پیشوا 
  • Deli oldun galiba ki baykuşların seni padişah ve başbuğ yapmaları hevesine kapıldın.
  • وهم و سودایی دریشان می‌تنی  ** نام این فردوس ویران می‌کنی 
  • Vehme, sevdaya kapılıp dönmede, dolaşmada, bu cennete virane adını takmadasın.
  • بر سرت چندان زنیم ای بد صفات  ** که بگویی ترک شید و ترهات 
  • Kötü huylu herif, bu delilik, bu saçma fikirler, kafadan çıkıncaya kadar kafana vuracağız senin.
  • پیش مشرق چارمیخش می‌کنند  ** تن برهنه شاخ خارش می‌زنند  965
  • Bu sözlerle onu doğuya karşı çarmıha geriyorlar, elbiselerini soyup çıplak vücudunu diken dallarıyla dövüyorlar.
  • از تنش صد جای خون بر می‌جهد  ** او احد می‌گوید و سر می‌نهد 
  • Bedeninden yüzlerce kan ırmağı fışkırmada. Öyle olduğu halde “Ahad” diyerek baş koymada.
  • پندها دادم که پنهان دار دین  ** سر بپوشان از جهودان لعین 
  • Dinini gizle, melûn kâfirlerden sırrını sakla diye öğütler verdim.
  • عاشق است او را قیامت آمدست  ** تا در توبه برو بسته شدست 
  • Fakat o âşık, kıyamete ulaşmış... Ona tövbe kapısı kapanmış.
  • عاشقی و توبه یا امکان صبر  ** این محالی باشد ای جان بس سطبر 
  • Hem âşıklık, hem tövbe, hem de sabretme imkânı. Bu, pek imkânsız bir şeydir canım efendim.