- Fazilet ve ihsan kimyasını isteseydi aklı, hilesinden üstün olurdu.
- کیمیای فضل را طالب بدی ** عقل او بر زرق او غالب بدی
- Gönlü kırık bir hale gelince de kendisini anlar, kırıkları düzelten Allah’ı önünde görürdü. 1685
- چون شکستهدل شدی از حال خویش ** جابر اشکستگان دیدی به پیش
- Davacı, sonunu görünce kırık, sınık bir hale gelir de derhal bağlanır, sarılır, kırıklığı geçiverir!
- عاقبت را دید و او اشکسته شد ** از شکستهبند در دم بسته شد
- Allah ihsanı, bakırları iksire doğru sürer götürür... Fakat o altın yaldızlı, bu ihsandan mahrum kalır.
- فضل مسها را سوی اکسیر راند ** آن زراندود از کرم محروم ماند
- Ey altın yaldızlı, davaya kalkışma da sana müşteri olan hep böyle kör kalmaz, sen onu gör!
- ای زراندوده مکن دعوی ببین ** که نماند مشتریت اعمی چنین
- Mahşer nuru, onların gözlerini açar... Onların gözlerini sen bağlıyordun ya... Bu yüzden rüsvay olursun sen!
- نور محشر چشمشان بینا کند ** چشم بندی ترا رسوا کند
- İşin sonunu gören, canların ve gözlerin hasedini çeken kişileri gör! 1690
- بنگر آنها را که آخر دیدهاند ** حسرت جانها و رشک دیدهاند
- Bir de bu günkü gören kişileri seyret! Bunlar, içleri bozuk kişilerdir... Asıldan baş çekmişler, ayrılmışlardır!
- بنگر آنها را که حالی دیدهاند ** سر فاسد ز اصل سر ببریدهاند
- Bugünü görenlere, bu yüzden bilgisizlikte ve şüphede kalanlara göre suphu sadıkla suphu kâzibin ikisi de birdir.
- پیش حالیبین که در جهلست و شک ** صبح صادق صبح کاذب هر دو یک
- Suphu kâzip, yüz binlerce kervanı helak yeliyle süpürmüş, gitmiştir civanım!
- صبح کاذب صد هزاران کاروان ** داد بر باد هلاکت ای جوان