English    Türkçe    فارسی   

4
599-608

  • Bu altmış yıl içinde ne gündüz, ne de gece... Hiçbir sebeple bir karanlığa düşmedim.”
  • من ندیدم ظلمتی در شصت سال ** نه به روز و نه به شب نه ز اعتلال
  • Sofiler de şeyhin sözünün doğruluğunu söylemişler, demişlerdi ki: “Geceleri ardında giderdik.” 600
  • صوفیان گفتند صدق قال او ** شب همی‌رفتیم در دنبال او
  • Dikenlerle, çukurlarla dolu olan çöllerde yürürdük... O, dolunay gibi önümüzde giderdi.
  • در بیابانهای پر از خار و گو ** او چو ماه بدر ما را پیش‌رو
  • Yüzünü geriye çevirmeden gece vakti, “Dikkat edin, önünüzde çukur var, sola doğru yürüyün” derdi.
  • روی پس ناکرده می‌گفتی به شب ** هین گو آمد میل کن در سوی چپ
  • Bir an sonra da “Sağa gidin, ayağımızın altında diken var” diye seslenirdi.
  • باز گفتی بعد یک دم سوی راست ** میل کن زیرا که خاری پیش پاست
  • Gündüz olur, biz ayağını öperdik... Görürdük ki ayakları gelin ayağı gibi!
  • روز گشتی پاش را ما پای‌بوس ** گشته و پایش چو پاهای عروس
  • Ne topraktan eser var, ne çamurdan... Ne diken yırtmış, ne taş yaralamış! 605
  • نه ز خاک و نه ز گل بر وی اثر ** نه از خراش خار و آسیب حجر
  • Allah, Mağribî’yi maşrıkî etmişti... Batıyı ona doğu gibi nurlar saçan bir hale getirmişti!
  • مغربی را مشرقی کرده خدای ** کرده مغرب را چو مشرق نورزای
  • Bu serkeş güneşin nuru, aşk meydanının öyle bir atıdır ki halkın ileri gidenlerinin gününü de o korur, geri kalanların gününü de o!
  • نور این شمس شموسی فارس است ** روز خاص و عام را او حارس است
  • O yüce nur nasıl korumaz ki binlerce güneşi izhar eden odur.
  • چون نباشد حارس آن نور مجید ** که هزاران آفتاب آرد پدید