English    Türkçe    فارسی   

5
3631-3640

  • Fakat tamahı bağladın mı Tanrı nurlarına dalarsın. Mustafa, bunun için "Tamaha düşenin nefsi alçalır" demiştir.
  • چون طمع بستی تو در انوار هو  ** مصطفی گوید که ذلت نفسه 
  • Gölgesiz nur, lâtiftir, yücedir. Kafes kafes vuran nura, bir kalburdan aksetmededir. O kafes şeklindeki gölge, kalburun gölgesidır.
  • نور بی‌سایه لطیف و عالی است  ** آن مشبک سایه‌ی غربالی است 
  • Âşıklar, bedenlerinin çıplak olmasını isterler. Fakat erkekliği olmıyana ha elbise olmuş, ha olmamış!
  • عاشقان عریان همی‌خواهند تن  ** پیش عنینان چه جامه چه بدن 
  • O ekmek ve sofra, oruçlulara çıkar. At sineğine çorba nedir, tencere ne?
  • روزه‌داران را بود آن نان و خوان  ** خرمگس را چه ابا چه دیگدان 
  • Padişahın Eyaz'a, halini söyle de müşküle düşenlerle seni kınayanların müşküllerini hallet. Onları bu müşkülde bırakmak erlik değildir diye bir kere daha emretmesi
  • دگربار استدعاء شاه از ایاز کی تاویل کار خود بگو و مشکل منکران را و طاعنان را حل کن کی ایشان را در آن التباس رها کردن مروت نیست 
  • Bu söz, hadde hesaba sığmaz... Ey Eyaz, sen şimdi ahvalini söyle. 3635
  • این سخن از حد و اندازه‌ست بیش  ** ای ایاز اکنون بگو احوال خویش 
  • Senin ahvalin, bir yenilik madeninden meydana gelmede. Sen bu hallere nasıl razı olabilirsin ki?
  • هست احوال تو از کان نوی  ** تو بدین احوال کی راضی شوی 
  • Hadi, o güzel hallerini anlat da şu beş duyguyla altı cihet ahvalinin başına toprak saç!
  • هین حکایت کن از آن احوال خوش  ** خاک بر احوال و درس پنج و شش 
  • iç ahvali, söze gelmiyorsa sana tek ve çift perdesi altında dış halini söyleyeyim:
  • حال باطن گر نمی‌آید بگفت  ** حال ظاهر گویمت در طاق وجفت 
  • Bil ki sevgilinin lûtfiyle ölümün acılıkları bile cana şeker kamışından daha hoş gelmede.
  • که ز لطف یار تلخیهای مات  ** گشت بر جان خوشتر از شکرنبات 
  • O tatlı nebattan denize bir toz uçsa denizin tuzluluğu kalmaz, baştanbaşa tatlılaşır. 3640
  • زان نبات ار گرد در دریا رود  ** تلخی دریا همه شیرین شود