English    Türkçe    فارسی   

6
1135-1144

  • Hilâl, gönlü üstat, ruhu aydın bir zattı. İnanmış bir adamın kuluydu, ona seyislik etmekteydi. 1135
  • بد هلال استاددل جان‌روشنی  ** سایس و بنده‌ی امیری مومنی 
  • Ahırda seyislik ediyordu, ay, kuldu, köleydi ama hakikatte padişahlar padişahıydı.
  • سایسی کردی در آخر آن غلام  ** لیک سلطان سلاطین بنده نام 
  • Beyin, kölesinden haberi bile yoktur. Çünkü ona ancak şeytanın Âdem’e baktığı gibi bakıyordu.
  • آن امیر از حال بنده بی‌خبر  ** که نبودش جز بلیسانه نظر 
  • Ancak su ve toprak görüyordu, ondaki defineden haberi yoktu. Beş duyguyla altı ciheti görüyordu, beş duygunun aslını değil.
  • آب و گل می‌دید و در وی گنج نه  ** پنج و شش می‌دید و اصل پنج نه 
  • Toprağın rengi meydandaydı, din nuru görünmüyordu. Her peygamber âlemde böyleydi.
  • رنگ طین پیدا و نور دین نهان  ** هر پیمبر این چنین بد در جهان 
  • Birisi minareyi görür, minaredeki kuşu göremez. Minaredeki hünerli doğanı gözü alamaz. 1140
  • آن مناره دید و در وی مرغ نی  ** بر مناره شاه‌بازی پر فنی 
  • İkincisi, kanatlarını çırpan kuşu görür, fakat kuşun ağzındaki tüyü göremez.
  • وان دوم می‌دید مرغی پرزنی  ** لیک موی اندر دهان مرغ نی 
  • Allah nuru ile bakansa hem kuşu görür, hem ağzındaki tüyü.
  • وانک او ینظر به نور الله بود  ** هم ز مرغ و هم ز مو آگاه بود 
  • Öbürüne der ki: Tüyü gör tüyü. Tüyü göremedikçe düğüm açılmaz.
  • گفت آخر چشم سوی موی نه  ** تا نبینی مو بنگشاید گره 
  • Birisi insanı nakışlarla bezenmiş balçıktan bir suret görür öbürü ilim ve amelle dolu bir balçık!
  • آن یکی گل دید نقشین دو وحل  ** وآن دگر گل دید پر علم و عمل