English    Türkçe    فارسی   

6
1333-1342

  • Allah da “Kendinizi, elinizle, tehlikeye atmayın” buyurmuştur. Hele bir sille aşk edeyim.
  • سیلیش اندر برم در معرکه  ** زانک لا تلقوا بایدی تهلکه 
  • Bu sabır ve perhiz, bir tehlikedir. Başkaları gibi çekinme, bir iyice vur bakalım diyordu.
  • تهلکه‌ست این صبر و پرهیز ای فلان  ** خوش بکوبش تن مزن چون دیگران 
  • Silleyi aşk edince sofinin kellesinden şırrak diye bir ses çıktı. Sofi, hey asi kaltaban diye bağırdı. 1335
  • چون زدش سیلی برآمد یک طراق  ** گفت صوفی هی هی ای قواد عاق 
  • Ona iki üç yumruk vurmak, sakalını, bıyığını yolmak istedi ama vazgeçti.
  • خواست صوفی تا دو سه مشتش زند  ** سبلت و ریشش یکایک بر کند 
  • Halk da hastadır, hummalıdır, çaresizdir. Şeytanın igvasıyla böyle sille vurur durur.
  • خلق رنجور دق و بیچاره‌اند  ** وز خداع دیو سیلی باره‌اند 
  • Hepside suçsuzları incitmeye haristir. Birbirlerinin kafasını noksan görürler
  • جمله در ایذای بی‌جرمان حریص  ** در قفای همدگر جویان نقیص 
  • Ey suçsuzların kafasına vuran, bunun cezasını kendi kafanda görmüyor musun?
  • ای زننده بی‌گناهان را قفا  ** در قفای خود نمی‌بینی جزا 
  • Ey hava ve hevesini hekimlik sanıp zayıfları tokatlamaya kalkışan! 1340
  • ای هوا را طب خود پنداشته  ** بر ضعیفان صفع را بگماشته 
  • Sana bu ilâçtır diyen, seninle alay etmiş, sana gülmüştür. O, Âdem’e de buğdaya kılavuzluk ettiydi ya!
  • بر تو خندید آنک گفتت این دواست  ** اوست که آدم را به گندم رهنماست 
  • Ey Allah yardımını dileyen Âdem ve Havva, ilâç için bunu yiyin, “Ebedi olarak yaşarsınız” demişti ya!
  • که خورید این دانه او دو مستعین  ** بهر دارو تا تکونا خالدین