- Padişah, sen bize ondan armağansın dedi. Bu soruşla onu da avladı.
- شه نوازیدش که هستی یادگار ** کرد او را هم بدان پرسش شکار
- O yanıp kebap olan şehzadenin bedeninde, padişahın iltifatı üzerine evvelki candan başka bir can belirdi.
- از نواز شاه آن زار حنیذ ** در تن خود غیر جان جانی بدیذ
- Gönlünde öyle yüce bir feyiz gördü ki sofi, onu yüzlerce çileye bile elde edemez.
- در دل خود دید عالی غلغله ** که نیابد صوفی آن در صد چله
- Ören, duvar, dağdaki madenler.... Her şey, onun önünde nar gibi yanlıyordu. 4640
- عرصه و دیوار و کوه سنگبافت ** پیش او چون نار خندان میشکافت
- Her şey, anbean ona karşı zerre zerre yarılmada, kubbeler gibi yarılıp ona yüzlerce kapı açılmadaydı.
- ذره ذره پیش او همچون قباب ** دم به دم میکرد صدگون فتح باب
- Kapı, gah pencere haline gelmede, gah nur halini almadaydı. Toprak, gah buğday oluyordu, gâh kile.
- باب گه روزن شدی گاه شعاع ** خاک گه گندم شدی و گاه صاع
- Gözlere pek köhne, pek kuru bir halde görünen gök; onun gözü önünde her an yeni bir surette yarılmadaydı.
- در نظرها چرخ بس کهنه و قدید ** پیش چشمش هر دمی خلق جدید
- Güzelim ruh, kalıptan kurtulunca insana takdir, böyle bir göz verir elbet.
- روح زیبا چونک وا رست از جسد ** از قضا بی شک چنین چشمش رسد
- Gayb âlemine ait yüz binlerce şey, gözünün önünde aşikâr oldu. Mahremlerin gözü neleri görüyorsa onun gözü de gördü. 4645
- صد هزاران غیب پیشش شد پدید ** آنچ چشم محرمان بیند بدید
- Kitaplarda okumuş olduğu şeyler, suretlere bürünüp gözüne görünmeye başladı.
- آنچ او اندر کتب بر خوانده بود ** چشم را در صورت آن بر گشود