- Bu pusudan sabır ve ihtiyat etmeksizin kimse kurtulmadı. Sabır da ihtiyatın eli ayağıdır.
- زین کمین بی صبر و حزمی کس نرست ** حزم را خود صبر آمد پا و دست
- İhtiyatta bulun, bu zehirli otu yeme. İhtiyata riayet, peygamberlerin kuvvetinden, nurundandır.
- حزم کن از خورد کین زهرین گیاست ** حزم کردن زور و نور انبیاست
- Her yelden oynayıp duran samandır. Dağ, hiç yele ehemmiyet verir mi? 215
- کاه باشد کو به هر بادی جهد ** کوه کی مر باد را وزنی نهد
- Her yanda bir gulyabani, seni çağırır, “Kardeş, gel, yol istiyorsan işte buracıkta.
- هر طرف غولی همیخواند ترا ** کای برادر راه خواهی هین بیا
- Yoldaş, sana yol göstereyim, yoldaşın olayım. Bu ince yolda ben sana kılavuzum” der.
- ره نمایم همرهت باشم رفیق ** من قلاووزم درین راه دقیق
- Fakat ne kılavuzdur o, ne de yol bilir. Yusuf, o kurt huylunun yanına az var!
- نه قلاوزست و نه ره داند او ** یوسفا کم رو سوی آن گرگخو
- İhtiyat ona derler ki seni bu dünyanın yağlı, ballı şeyleri, bu âlemin tuzakları, hileleri aldatmasın.
- حزم این باشد که نفریبد ترا ** چرب و نوش و دامهای این سرا
- Çünkü bu âlemin ne tadı vardı, ne tuzu. Sihir okur da kulağına üfler durur. 220
- که نه چربش دارد و نه نوش او ** سحر خواند میدمد در گوش او
- “Ey nur gibi apaydın adam, ev senin sen de benimsin” der.
- که بیا مهمان ما ای روشنی ** خانه آن تست و تو آن منی
- İhtiyat ona derler ki “Midem dolgun tokum”, yahut “Hastayım, bu mezardan hastalandım”,
- حزم آن باشد که گویی تخمهام ** یا سقیمم خستهی این دخمهام
- Yâhut “ Başım ağrıyor, sen bunu geçirmeye bak” yahut da “ Benim dayımın oğlu çağırdı, davetliyim” deyip başından savasın.
- یا سرم دردست درد سر ببر ** یا مرا خواندست آن خالو پسر
- Çünkü bir şerbeti bile zehirlerle sunar, tatlısı vücudunda yaralar, bereler meydana getirir.
- زانک یک نوشت دهد با نیشها ** که بکارد در تو نوشش ریشها
- Sana elli, altmış bile verse ey balık, o verdiği şey, oltada ettir. 225
- زر اگر پنجاه اگر شصتت دهد ** ماهیا او گوشت در شستت دهد
- Verdi, farz edelim, fakat o hilebaz nereden verecek? Hilebazın sözü çürümüş cevizdir.
- گر دهد خود کی دهد آن پر حیل ** جوز پوسیدست گفتار دغل
- Onun gürültüsü aklını alır, beynini altüst eder. Yüz binlerce aklı bile bir pula saymaz.
- ژغژغ آن عقل و مغزت را برد ** صد هزاران عقل را یک نشمرد
- Dostun, kesendir, hurcundur, Ramin’sen Vise’den başkasını arama.
- یار تو خرجین تست و کیسهات ** گر تو رامینی مجو جز ویسهات
- Vise de sensin, mâşukun da sen. Bu zâhiri şeylerin hepsi sana âfettir.
- ویسه و معشوق تو هم ذات تست ** وین برونیها همه آفات تست
- İhtiyat ona derler ki seni davet ettiler mi bunlar, benim sarhoşum bunlar benim dostum, beni seviyorlar, beni istiyorlar demeyesin. 230
- حزم آن باشد که چون دعوت کنند ** تو نگویی مست و خواهان منند
- Davetlerini, kuşlara çalınan ıslık bil. Avcı, pusuda gizlidir de kuş gibi örter durur.
- دعوت ایشان صفیر مرغ دان ** که کند صیاد در مکمن نهان
- Önüne de seslenen, öten, çığıran budur zannını vermek için bir ölü kuş koymuş.
- مرغ مرده پیش بنهاده که این ** میکند این بانگ و آواز و حنین
- Kuşlar… Onu kendi cinsinden sanıp toplanırlar. O da onların derilerini yüzer.
- مرغ پندارد که جنس اوست او ** جمع آید بر دردشان پوست او
- Ancak Allah hangi kuşa ihtiyat ve tedbir duygusu vermişse o kuş o taneye, o tuzağa aldanıp gelmez.
- جز مگر مرغی که حزمش داد حق ** تا نگردد گیج آن دانه و ملق
- İhtiyatsızlık, tedbirsizlik, pişmanlıktan ibarettir. Bunu anlatan şu hikâyeyi de dinle. 235
- هست بی حزمی پشیمانی یقین ** بشنو این افسانه را در شرح این
- Köylünün şehirliyi aldatıp yalancıktan ve birçok ısrarla köye çağırması
- فریفتن روستایی شهری را و بدعوت خواندن بلابه و الحاح بسیار
- Kardeş, eskiden bir şehirliye köylünün tanışıklığı vardı.
- ای برادر بود اندر ما مضی ** شهریی با روستایی آشنا
- Köylü, şehre geldikçe şehirlinin mahallesine çadır kurar, evine kurulup otururdu.
- روستایی چون سوی شهر آمدی ** خرگه اندر کوی آن شهری زدی