English    Türkçe    فارسی   

3
752-776

  • Ya doğru ol, doğruluğunu göster yahut sus da merhamete eriş, sonra coş!
  • راستی پیش آر یا خاموش کن ** وانگهان رحمت ببین و نوش کن
  • Adamın karnı da bıyıklarına düşman kesilmiş, gizlice el kaldırıp dua ediyor,
  • آن شکم خصم سبال او شده ** دست پنهان در دعا اندر زده
  • “Yarabbi, sen bu aşağılık herifi rüsvay et de kerem sahipleri bize merhamete gelsinler” diyordu.
  • کای خدا رسوا کن این لاف لام ** تا بجنبد سوی ما رحم کرام
  • Karnın duası kabul oldu. İhtiyaçtan doğan yanıp yakılma, dışarıya kadar bayrak açtı, görünür bir hale geldi. 755
  • مستجاب آمد دعای آن شکم ** شورش حاجت بزد بیرون علم
  • Allah “ Beni çağırdın mı, suçlu da olsam, putperest de olsam ben, yine icabet ederim.
  • گفت حق گر فاسقی و اهل صنم ** چون مرا خوانی اجابتها کنم
  • Onun için duadan hiç çekinme; hiç usanma. Dua, nihayet seni gulyabani nefsin elinden kurtarır.” demiştir.
  • تو دعا را سخت گیر و می‌شخول ** عاقبت برهاندت از دست غول
  • Karın, kendini Allah’a ısmarlayınca ansızın bir kedi gelip o kuyruk parçasını kaptı, götürdü.
  • چون شکم خود را به حضرت در سپرد ** گربه آمد پوست آن دنبه ببرد
  • Ev halkı, kedinin peşine düştüler, fakat kedi koşup kaçtı. Babamın azarına uğrayacağım diye çocuğunun beti, benzi kaçtı.
  • از پس گربه دویدند او گریخت ** کودک از ترس عتابش رنگ ریخت
  • Babası, bir toplulukta otururken o çocukcağız gelip işi anlattı. O lâfla geçinen adamın şerefini bir paralık etti. 760
  • آمد اندر انجمن آن طفل خرد ** آب روی مرد لافی را ببرد
  • Dedi ki: “ Hani her sabah dudaklarını, bıyıklarını yağladığın o kuyruk parçası yok muydu?
  • گفت آن دنبه که هر صبحی بدان ** چرب می‌کردی لبان و سبلتان
  • Kedi geldi, onu kapıverdi. Ardına düştük, bir hayli koştuk ama faydasız… Yakalayamadık ki!”
  • گربه آمد ناگهانش در ربود ** بس دویدیم و نکرد آن جهد سود
  • Oradakiler şaşırıp gülüştüler, Bu hâle acıdılar.
  • خنده آمد حاضران را از شگفت ** رحمهاشان باز جنبیدن گرفت
  • Onu davet edip doyurdular, yeryüzüne benzeyen varlığına merhamet tohumunu ektiler.
  • دعوتش کردند و سیرش داشتند ** تخم رحمت در زمینش کاشتند
  • O da ululardan doğruluk zevkini görünce ululuğu bırakıp doğruluğa kul oldu. 765
  • او چو ذوق راستی دید از کرام ** بی تکبر راستی را شد غلام
  • Boyacı küpüne düşen çakalın tavusluk dâvasına kalkışması
  • دعوی طاوسی کردن آن شغال کی در خم صباغ افتاده بود
  • O rengârenk çakal gizlice çıkagelip kendisini kınayanın kulağına dedi ki:
  • و آن شغال رنگ‌رنگ آمد نهفت ** بر بناگوش ملامت‌گر بکفت
  • “Hele bir bana, hele rengime bak. Şamanın bile böyle bir putu yoktur.
  • بنگر آخر در من و در رنگ من ** یک صنم چون من ندارد خود شمن
  • Gül bahçesi gibi ne de güzel bir hale geldim, ne de hoş yüzlerce renklere boyandım. Benden baş çekme, secde et bana!
  • چون گلستان گشته‌ام صد رنگ و خوش ** مر مرا سجده کن از من سر مکش
  • Şu güzelliğime, şu letafetime, şu rengime bak da bana Fahri Dünya, Rükn-i din de!
  • کر و فر و آب و تاب و رنگ بین ** فخر دنیا خوان مرا و رکن دین
  • Allah lütfuna mazhar oldum. Ululuk sırlarını şerheden levh haline geldim. 770
  • مظهر لطف خدایی گشته‌ام ** لوح شرح کبریایی گشته‌ام
  • Çakallar, oraya toplandılar, mumun etrafındaki pervaneye döndüler.
  • ای شغالان هین مخوانیدم شغال ** کی شغالی را بود چندین جمال
  • Hiç çakalda bunca güzellik mi olur?”
  • آن شغالان آمدند آنجا بجمع ** همچو پروانه به گرداگرد شمع
  • “Peki, a elmasım, sana ne diyelim?” diye sordular. Çakal: “Müşteri yıldızına benzer erkek aslan deyin” dedi.
  • پس چه خوانیمت بگو ای جوهری ** گفت طاوس نر چون مشتری
  • Bunun üzerine dediler ki: “İyi ama can tavusları gül bahçelerinde salınır cilvelenirler.”
  • پس بگفتندش که طاوسان جان ** جلوه‌ها دارند اندر گلستان
  • “Sen de öyle cilveleniyor musun?” Çakal: “Yok canım. Çöle düşmeden nasıl Mina’ya vardım diyebilirim?” dedi. 775
  • تو چنان جلوه کنی گفتا که نی ** بادیه نارفته چون کوبم منی
  • ”Peki, tavus kuşları gibi bağırabilir misin? Diye sordular. “Kara taştan kaynak mı çıkar hiç” diye cevap verdi.
  • بانگ طاووسان کنی گفتا که لا ** پس نه‌ای طاووس خواجه بوالعلا