English    Türkçe    فارسی   

6
1222-1246

  • Doksan yaşında bir kocakarı vardı. Yüzü bumburuşuktu, rengi safran gibi sarıydı.
  • بود کمپیری نودساله کلان  ** پر تشنج روی و رنگش زعفران 
  • Yanağı, sofra altısının baş tarafları gibi kat kattı. Fakat erkek aşkından vazgeçmemişti.
  • چون سر سفره رخ او توی توی  ** لیک در وی بود مانده عشق شوی 
  • Dişleri dökülmüş, saçları süt gibi ağarmıştı. Boyu yay gibi bükülmüş, her duygusu değişmişti.
  • ریخت دندانهاش و مو چون شیر شد  ** قد کمان و هر حسش تغییر شد 
  • Böyle olduğu halde koca isteği ve şehvet hırsı hâlâ yerindeydi. Erkek avlamaya aşkı vardı da tuzağı paramparça olmuştu. 1225
  • عشق شوی و شهوت و حرصش تمام  ** عشق صید و پاره‌پاره گشته دام 
  • Vakitsiz öten bir horoza, yolsuz, yolcusuz bir yola benziyordu. Kızgın ateşe konmuş boş bir tencereydi sanki.
  • مرغ بی‌هنگام و راه بی‌رهی  ** آتشی پر در بن دیگ تهی 
  • Meydana âşıktı, fakat ne atı vardı, ne ayağı. Düdük çalmaya sevdalıydı, fakat ne dudağı vardı ne zurnası!
  • عاشق میدان و اسپ و پای نی  ** عاشق زمر و لب و سرنای نی 
  • İhtiyarlıkta Allahm, kâfire bile hırs vermesin. Bu hırsı Allah kime verdiyse ne kötüdür o kul!
  • حرص در پیری جهودان را مباد  ** ای شقیی که خداش این حرص داد 
  • Köpek kocaldı, dişleri döküldü mü adamlara salamaz, ancak pisliğe, gübreye salar.
  • ریخت دندانهای سگ چون پیر شد  ** ترک مردم کرد و سرگین‌گیر شد 
  • Öyle olduğu halde şu altmış yaşındaki köpeklere bak ki her an köpek dişleri biraz daha keskinleşmede. 1230
  • این سگان شصت ساله را نگر  ** هر دمی دندان سگشان تیزتر 
  • İhtiyar köpeğin, derisinden tüyler dökülür; fakat şu ipekler giymiş kart köpeklere bak bir kere de!
  • پیر سگ را ریخت پشم از پوستین  ** این سگان پیر اطلس‌پوش بین 
  • Bu köpeklerin aşkı da alt yanlarıyla paraya, hırsları da. Kocaldıkça da bu aşkları artıyor, hele bak şu köpek soylarına!
  • عشقشان و حرصشان در فرج و زر  ** دم به دم چون نسل سگ بین بیشتر 
  • Böyle ömür cehennem sermayesi. Gazap kasaplarına salhane.
  • این چنین عمری که مایه‌ی دوزخ است  ** مر قصابان غضب را مسلخ است 
  • Ömrün uzun olsun dediler mi hoşlanır, güler de ağzı açık kalır.
  • چون بگویندش که عمر تو دراز  ** می‌شود دلخوش دهانش از خنده باز 
  • Böyle bir bedduayı dua sanır. Gözünü açmaz, kafasını bir türlü kaldırmaz. 1235
  • این چنین نفرین دعا پندارد او  ** چشم نگشاید سری بر نارد او 
  • Kıl ucu kadar ahret ahvalini görseydi, böyle diyene “Senin ömrün uzun olsun” derdi.
  • گر بدیدی یک سر موی از معاد  ** اوش گفتی این چنین عمر تو باد 
  • Bir yoksulun Geylân’lı birisine “Allah seni selâmetle evine barkına kavuştursun” diye dua etmesi
  • داستان آن درویش کی آن گیلانی را دعا کرد کی خدا ترا به سلامت به خان و مان باز رساناد 
  • Ekmeğe tapan, bir erkek bir yoksul, bir zembilli dilenci, bir gün Geylân’lı zengin birisinden
  • گفت یک روزی به خواجه‌ی گیلیی  ** نان پرستی نر گدا زنبیلیی 
  • Ekmek alınca dedi ki: Yarabbi sen bu kulunu hoşlukla, selâmetle evine barkına kavuştur.
  • چون ستد زو نان بگفت ای مستعان  ** خوش به خان و مان خود بازش رسان 
  • Geylân’lı kızıp a çirkin herif dedi, eğer ev bark, benim gördüğüm ev barksa oraya Allah, seni kavuştursun!
  • گفت خان ار آنست که من دیده‌ام  ** حق ترا آنجا رساند ای دژم 
  • Aşağılık kişiler, her söz söyleyeni hor hakir bir hale getirirler. Sözü yüceyse, değerliyse bile o sözün kaderini düşürürler. 1240
  • هر محدث را خسان باذل کنند  ** حرفش ار عالی بود نازل کنند 
  • Çünkü söz, dinleyene göre söylenir; terzi kaftanı adamın boyuna göre biçer.
  • زانک قدر مستمع آید نبا  ** بر قد خواجه برد درزی قبا 
  • (BASLIK YOK)
  • صفت آن عجوز 
  • Mademki meclisteki dinleyenler aşağılık kişiler, aşağılık söz söylemeden başka çare yok.
  • چونک مجلس بی چنین پیغاره نیست  ** از حدیث پست نازل چاره نیست 
  • Bu sözü rehine koy da yine o kocakarının hikâyesine başla.
  • واستان هین این سخن را از گرو  ** سوی افسانه‌ی عجوزه باز رو 
  • Bir insan kocaldı da bu yolda er olmadı mı adını kocakarı takıver!
  • چون مسن گشت و درین ره نیست مرد  ** تو بنه نامش عجوز سال‌خورد 
  • Ne sermayesi var, ne değeri, ne de bir sermaye kabul edecek kabiliyeti. 1245
  • نه مرورا راس مال و پایه‌ای  ** نه پذیرای قبول مایه‌ای 
  • Ne hoş ve güzel bir şey verir, ne alır. Ne manâsı var ne anlama liyakati.
  • نه دهنده نی پذیرنده‌ی خوشی  ** نه درو معنی و نه معنی‌کشی