English    Türkçe    فارسی   

2
1771-1820

  • Lâlin, lâl olduğunu ispat eden bir damgası olmasa da ne çıkar? Aşk, gam denizinde gamlanmaz ki!
  • لعل را گر مهر نبود باک نیست ** عشق در دریای غم غمناک نیست‏
  • Musa Aleyhisselem’a o çobanın mazur olduğuna dair vahiy gelmesi
  • وحی آمدن موسی را علیه السلام در عذر آن شبان‏
  • Ondan sonra Hak, Musa’nın sırrına dile gelmeyecek sırlar söyledi;
  • بعد از آن در سر موسی حق نهفت ** رازهایی کان نمی‏آید به گفت‏
  • Musa’nın gölüne sözler döktüler. Görmekle söylemeyi birbirine karıştırdılar.
  • بر دل موسی سخنها ریختند ** دیدن و گفتن به هم آمیختند
  • Nice defa kendisinden geçti, nice defa kendisine geldi. Kaç kere ezelden ebede uçtu!
  • چند بی‏خود گشت و چند آمد به خود ** چند پرید از ازل سوی ابد
  • Eğer bundan ötesini anlatmaya kalkışırsam ahmaklık etmiş olurum. Çünkü bunu açmak, bunu anlatmak, anlayışın ötesindedir. 1775
  • بعد از این گر شرح گویم ابلهی است ** ز انکه شرح این ورای آگهی است‏
  • Söylesen akıllar hayran olur. Yazsam birçok kalemler kırılır!
  • ور بگویم عقلها را بر کند ** ور نویسم بس قلمها بشکند
  • Musa Allahtan bu azarı duyunca çöle düşüp çobanın ardınca koştu.
  • چون که موسی این عتاب از حق شنید ** در بیابان در پی چوپان دوید
  • O hayran âşığın izini izledi, çöldeki otların tozunu silkti.
  • بر نشان پای آن سر گشته راند ** گرد از پرده‏ی بیابان بر فشاند
  • Âşık ve hayran adamların ayak izleri, başkalarının izlerinden ayrılır, hemen belli olur.
  • گام پای مردم شوریده خود ** هم ز گام دیگران پیدا بود
  • Âşık, Ruh gibi bir ayağını yukardan aşağıya atar; bir ayağını fil gibi eğri büğrü basar. 1780
  • یک قدم چون رخ ز بالا تا نشیب ** یک قدم چون پیل رفته بر وریب‏
  • Bazen bir dalga gibi bayrak diker, yücelir. Bazen balık gibi suyun içinde gider, görünmez.
  • گاه چون موجی بر افرازان علم ** گاه چون ماهی روانه بر شکم‏
  • Bazen de remilcinin remil dökmesi gibi ahvalini toprak üstüne yazar.
  • گاه بر خاکی نبشته حال خود ** همچو رمالی که رملی بر زند
  • Musa nihayet onu bulup gördü. Dedi ki: “Müjdemi ver! Allah’tan izin geldi.
  • عاقبت دریافت او را و بدید ** گفت مژده ده که دستوری رسید
  • Hiçbir sebep ve tertip yolu arama; daralan gönlün ne isterse onu söyle!
  • هیچ آدابی و ترتیبی مجو ** هر چه می‏خواهد دل تنگت بگو
  • Senin küfrün, din, dinin can nuru. Sen emniyete erişmişsin; bütün bir cihan da senin yüzünden amanda. 1785
  • کفر تو دین است و دینت نور جان ** ایمنی و ز تو جهانی در امان‏
  • Ey “Allah dilediğini yapar” sırrına erişip o sırla her şeyden affedilmiş olan kişi; pervasızca yürü, dilini aç!
  • ای معاف یفعل الله ما یشاء ** بی‏محابا رو زبان را بر گشا
  • Çoban “ Ey Musa, ben o halde, o sözden geçtim. Şimdi kendi gönlümün kanına bulandım.
  • گفت ای موسی از آن بگذشته‏ام ** من کنون در خون دل آغشته‏ام‏
  • Ben Sidret-ül Müntehâ’dan da aşmış, oradan bile yüz binlerce yıl öte gitmişim.
  • من ز سدره‏ی منتهی بگذشته‏ام ** صد هزاران ساله ز آن سو رفته‏ام‏
  • Sen bir kamçı vurdun, atım şahlanıp sıçradı, kâinatı aştı.
  • تازیانه بر زدی اسبم بگشت ** گنبدی کرد و ز گردون بر گذشت‏
  • Nâsutumuzun mahremi Lâhut’u olsun artık. Aferin eline koluna! 1790
  • محرم ناسوت ما لاهوت باد ** آفرین بر دست و بر بازوت باد
  • Şimdi benim halim, söze sığmaz. Zaten bu söylediğim de benim ahvalim değil.
  • حال من اکنون برون از گفتن است ** این چه می‏گویم نه احوال من است‏
  • Ayna da bir suret görürsün ya. Fakat o senin suretindir, aynanın değil.
  • نقش می‏بینی که در آیینه‏ای است ** نقش تست آن نقش آن آیینه نیست‏
  • Neyzen, ney üfler. Fakat bu nefes ve bu nefesten çıkan ses, neyin midir, neyzenin mi.. Bu ses, neyin harcı mı, neyzenin harcı mı?” dedi.
  • دم که مرد نایی اندر نای کرد ** در خور نای است نه در خورد مرد
  • Kendine gel, kendine! Allah’ı övsen de bu övüşünü, çobanın lâyık olmayan övüşü gibi bil, öyle tanı.
  • هان و هان گر حمد گویی گر سپاس ** همچو نافرجام آن چوپان شناس‏
  • Senin övüşün, çobanın övüşüne nispetle daha iyidir. Ama Allah’a nispetle onun da değeri yok, onun da sonu gelmez. 1795
  • حمد تو نسبت بدان گر بهتر است ** لیک آن نسبت به حق هم ابتر است‏
  • Ne vakte dek ben Allah’a hamlederim deyip duracaksın? Perde kaldırılınca oldu sanılan nice şeylerin olmamış bulunduğu meydana çıkar.
  • چند گویی چون غطا برداشتند ** کاین نبوده ست آن که می‏پنداشتند
  • Allah’ı anışımın makul olması Allah rahmetindendir. Âdeta istihaze olan kadının namaz kılması gibi bir ruhsattan ibarettir.
  • این قبول ذکر تو از رحمت است ** چون نماز مستحاضه رخصت است‏
  • Onun namazına nasıl kan bulaşmışsa senin Allah’ı anışına da benzetiş ve zannediş bulaşmış!
  • با نماز او بیالوده ست خون ** ذکر تو آلوده‏ی تشبیه و چون‏
  • Kan pistir ama bir parçacık su ile temizlenir. Fakat içte öyle pislikler vardır ki,
  • خون پلید است و به آبی می‏رود ** لیک باطن را نجاستها بود
  • Allah’ın lütuf suyundan gayrı bir şeyle arınmaz, ibadet eden kişinin gönlünden eksilmez. 1800
  • کان به غیر آب لطف کردگار ** کم نگردد از درون مرد کار
  • Keşke secdende kıbleden yüzünü çevirmiş olaydın da tek “ Sübhane rabbiyel A’lâ”nın manasına ereydin!
  • در سجودت کاش رو گردانی‏ای ** معنی سبحان ربی دانی‏ای‏
  • “Allah’ım secdem de varlığın gibi sana lâyık değil. Sen, kötülüğe iyilikle mukabele et” diyeydin.
  • کای سجودم چون وجودم ناسزا ** مر بدی را تو نکویی ده جزا
  • Bu yeryüzünde Hakk’ın hikmetinden eser vardır. Ondan dolayı pislikleri giderir, çiçekleri bitirir.
  • این زمین از حلم حق دارد اثر ** تا نجاست برد و گلها داد بر
  • Bizim pisliklerimizi örter, karşılığın da ondan koncalar biter.
  • تا بپوشد او پلیدیهای ما ** در عوض بر روید از وی غنچه‏ها
  • Kâfir vergide, cömertlikte topraktan daha aşağı, daha verimsiz olduğunu görüp, 1805
  • پس چو کافر دید کاو در داد و جود ** کمتر و بی‏مایه تر از خاک بود
  • Varlığından çiçek ve meyve bitmediğini, hatta bütün temizlikleri bozup pislemekten başka bir şey yapmadığını anlar da
  • از وجود او گل و میوه نرست ** جز فساد جمله پاکیها نجست‏
  • “ Ben aykırı anlamış, yanılmışım, yazık, keşke toprak olsaydım;
  • گفت واپس رفته‏ام من در ذهاب ** حسرتا یا لیتنی کنت تراب‏
  • Keşke topraktan sefer etmeseydim, keşke bir avuç toprak gibi ben de bir tane düşürüp yetiştirseydim..
  • کاش از خاکی سفر نگزیدمی ** همچو خاکی دانه‏ای می‏چیدمی‏
  • Topraktan sefere düştüm ama beni yol imtihan etti, bu yolculuktan ne armağan getirdim ki?” der.
  • چون سفر کردم مرا راه آزمود ** زین سفر کردن ره آوردم چه بود
  • Kâfir yolculuğundan bir fayda görmez, ondan dolayı da bütün meyli toprağadır. 1810
  • ز آن همه میلش سوی خاک است کاو ** در سفر سودی نبیند پیش رو
  • Adamın yüzünü geriye çevirmesi, hırstan tamahtandır. Yüzünü yola çevirmesi; doğruluktan niyazdan.
  • روی واپس کردنش آن حرص و آز ** روی در ره کردنش صدق و نیاز
  • Büyümeye meyli olan her ot, büyüyüp durur, yaşar günden güne gelişir!
  • هر گیا را کش بود میل علا ** در مزید است و حیات و در نما
  • Fakat başını yere eğdi mi de günden güne küçülür, kurur, noksan bulur, mahvolur!
  • چون که گردانید سر سوی زمین ** در کمی و خشکی و نقص و غبین‏
  • Ruhunun meyli, yüceliklere ise yücelir durursun, varacağın yer de orasıdır.
  • میل روحت چون سوی بالا بود ** در تزاید مرجعت آن جا بود
  • Aksine olarak başını yere eğdin mi battın gitti, Hak “ Ben batanları sevmem” demiştir. 1815
  • ور نگون ساری سرت سوی زمین ** آفلی حق لا یحب الآفلین‏
  • Musa Aleyhisselâm’ın Ulu Allah’tan zalimlerin galip gelmelerindeki sırrı sorması
  • پرسیدن موسی علیه السلام از حق تعالی سر غلبه‏ی ظالمان‏
  • Musa, “Ey kerem sahibi, ey her işi yapan, ey bir an zikri, uzun bir ömre bedel olan Allah!
  • گفت موسی ای کریم کارساز ** ای که یک دم ذکر تو عمر دراز
  • Bu balçık âleminde eğri büğrü bir iz gördüm. Gönül melekler gibi itiraz etti.
  • نقش کژمژ دیدم اندر آب و گل ** چون ملایک اعتراضی کرد دل‏
  • “Bir nakış yapıp ona fesat tohumunu ekmekteki maksat nedir?
  • که چه مقصود است نقشی ساختن ** و اندر او تخم فساد انداختن‏
  • Zulüm ve fesat ateşini alevlendirip mescidi de, secde edenleri de yakmakta ne hikmet var?
  • آتش ظلم و فساد افروختن ** مسجد و سجده کنان را سوختن‏
  • Bir yalvarış için kan ve irin kaynağını coşturmak neden?” dedim. 1820
  • مایه‏ی خونابه و زردآبه را ** جوش دادن از برای لابه را