English    Türkçe    فارسی   

3
908-957

  • İmran “Hayrola. Bu ne feryat, bu ne hâl? Bu yomsuz yıl, kötü alâmetler mi gösteriyor yoksa?” dedi.
  • گفت خیرست این چه آشوبست و حال ** بد نشانی می‌دهد منحوس سال
  • Özürler serdederek dediler ki: “Emîr Allah’ın kaza ve kaderi bizi esir etti.
  • عذر آوردند و گفتند ای امیر ** کرد ما را دست تقدیرش اسیر
  • Her çareye başvurduk, fakat padişahın devleti karardı, düşmanı dünyaya geldi, galip oldu. 910
  • این همه کردیم و دولت تیره شد ** دشمن شه هست گشت و چیره شد
  • Geceleyin gökyüzünde o çocuğun yıldızı göründü, bizi kör etti.
  • شب ستاره‌ی آن پسر آمد عیان ** کوری ما بر جبین آسمان
  • O Peygamber’in yıldızı gökte yüceldi, biz de ağlamaya, yıldızlar gibi gözyaşları dökmeye başladık.”
  • زد ستاره‌ی آن پیمبر بر سما ** ما ستاره‌بار گشتیم از بکا
  • İmran, içinden sevindi, fakat zahiren “Eyvahlar olsun!” diye elini başına vurup,
  • با دل خوش شاد عمران وز نفاق ** دست بر سر می‌بزد کاه الفراق
  • Kızgın suratı asık bir halde deliller gibi akılsız.
  • کرد عمران خویش پر خشم و ترش ** رفت چون دیوانگان بی عقل و هش
  • Ve güya kendini bilmez bir halde müneccimlerin üstüne yürüyüp onlara bir hayli ağır sözler söyledi. 915
  • خویشتن را اعجمی کرد و براند ** گفته‌های بس خشن بر جمع خواند
  • Kendini meyus ve mahzun göstererek sevincini gizliyor, onlara oyun oynuyordu.
  • خویشتن را ترش و غمگین ساخت او ** نردهای بازگونه باخت او
  • “Padişahımızı aldattınız, hıyanetten, tamahtan vazgeçmediniz.
  • گفتشان شاه مرا بفریفتید ** از خیانت وز طمع نشکیفتید
  • Onu bu meydana kadar sürükleyip yüzünün suyunu döktünüz, şerefini hiçe saydınız.
  • سوی میدان شاه را انگیختید ** آب روی شاه ما را ریختید
  • Ellerinizi, göğüslerinize koyup padişahı dertlerden kurtaracağız diye vaatlerde bulundunuz” dedi.
  • دست بر سینه زدیت اندر ضمان ** شاه را ما فارغ آریم از غمان
  • Padişah da bunu duyunca “Hainler, dedi, ben de sizi asayım da görün. 920
  • شاه هم بشنید و گفت ای خاینان ** من بر آویزم شما را بی امان
  • Kendimizi gülünç hallere soktuk, düşmanlara mallar ihsan edip ziyana girdik.
  • خویش را در مضحکه انداختم ** مالها با دشمنان در باختم
  • Bu gece bütün İsrailoğulları, karılarından uzak kaldılar diye,
  • تا که امشب جمله اسرائیلیان ** دور ماندند از ملاقات زنان
  • Mal da gitti, şeref de. İşe gelince hiçbir şey olmadı. Bu mudur iyi adamların muaveneti, bu mudur iyi kişinin yapacakları iş?
  • مال رفت و آب رو و کار خام ** این بود یاری و افعال کرام
  • Yıllardır paralar, libaslar alıyor, ülkelerin servetini rahatça yiyip duruyorsunuz.
  • سالها ادرار و خلعت می‌برید ** مملکتها را مسلم می‌خورید
  • Bu mu sizin tedbiriniz, bu mu nücum bilginiz? Siz besbedava lokma yiyen hilekâr ve şom kişilersiniz. 925
  • رایتان این بود و فرهنگ و نجوم ** طبل‌خوارانید و مکارید و شوم
  • Sizi öldürür, parçalatır, ateşlere atar, burunlarınızı, kulaklarınızı, dudaklarınızı kestirir…
  • من شما را بر درم و آتش زنم ** بینی و گوش و لبانتان بر کنم
  • Sizi ateşe odun yapar, yiyip içtiklerinizi fitil fitil burnunuzdan getiririm.”
  • من شما را هیزم آتش کنم ** عیش رفته بر شما ناخوش کنم
  • Müneccimler, secde edip “Padişahım, Şeytan bu sefer bize galebe etti.
  • سجده کردند و بگفتند ای خدیو ** گر یکی کرت ز ما چربید دیو
  • Fakat yılardır nice belâlar defettik. Yaptıklarımıza vehim bile hayran olmakta.
  • سالها دفع بلاها کرده‌ایم ** وهم حیران زانچ ماها کرده‌ایم
  • Bu sefer tedbirimiz, hiçe çıktı. O Peygamber’in anası gebe kaldı, o, ana rahmine düştü. 930
  • فوت شد از ما و حملش شد پدید ** نطفه‌اش جست و رحم اندر خزید
  • Düştü ama padişahım, suçumuzu, affettirmek için biz de doğum gününe dikkat ederiz.
  • لیک استغفار این روز ولاد ** ما نگه داریم ای شاه و قباد
  • Bu fırsatı da kaçırmamak, kaza ve kaderin zuhuruna mâni olmak için doğacağı günü hesaplayacak, gözleyeceğiz.
  • روز میلادش رصد بندیم ما ** تا نگردد فوت و نجهد این قضا
  • Ey akıllarla fikirler, reyinin kulu, kölesi olan padişah, bunu da yapamazsak bizi öldür” derler.
  • گر نداریم این نگه ما را بکش ** ای غلام رای تو افکار و هش
  • Firavun, düşmanları vurup öldüren takdir oku, yayından fırlamasın diye günden güne dokuz ayı sayıp duruyordu.
  • تا بنه مه می‌شمرد او روز روز ** تا نپرد تیر حکم خصم‌دوز
  • Takdirle savaşa girişen, takdire baskın yapmaya kalkışan, baş aşağı gelir, kendi kanına bulanır. 935
  • بر قضا هر کو شبیخون آورد ** سرنگون آید ز خون خود خورد
  • Yer, göğe düşmanlığa kalkışırsa çoraklaşır, ölü haline girer.
  • چون زمین با آسمان خصمی کند ** شوره گردد سر ز مرگی بر زند
  • Resim, ressamına pençe vurmaya kalkarsa kendi saçını sakalını yolmuş olur!
  • نقش با نقاش پنجه می‌زند ** سبلتان و ریش خود بر می‌کند
  • Firavunun hileye girişerek yeni doğuran kadınları meydana çağırması
  • خواندن فرعون زنان نوزاده را سوی میدان هم جهت مکر
  • Dokuz ay sonra padişah, yine tahtını meydana kurdurup tellâllar çağırttı.
  • بعد نه مه شه برون آورد تخت ** سوی میدان و منادی کرد سخت
  • Tellâllar, “Kadınlar, bütün israiloğullarının kadınları çocuklarıyla meydana gelsinler.
  • کای زنان با طفلکان میدان روید ** جمله اسرائیلیان بیرون شوید
  • Bundan önce erkekler, ihsanlara nail oldular. Elbiseler, altınlar elde ettiler. 940
  • آنچنانک پار مردان را رسید ** خلعت و هر کس ازیشان زر کشید
  • Kadınlar, bu yıl devlet sizin. Herkes dilediği şeye nail olacak.
  • هین زنان امسال اقبال شماست ** تا بیابد هر یکی چیزی که خواست
  • Padişah, kadınlara elbise verecek, ihsanlar edecek. Çocukların başlarına da altın külâhlar koyacak.
  • مر زنان را خلعت و صلت دهد ** کودکان را هم کلاه زر نهد
  • Padişah diyor ki “Hele bu ay doğanlar yok mu, bilhassa onlar ihsanıma, hazinelerime ulaşacaklar” diye bağırdılar.
  • هر که او این ماه زاییدست هین ** گنجها گیرید از شاه مکین
  • Kadınlar, sevindiler, çocuklarıyla çıktılar, padişahın otağına kadar gittiler.
  • آن زنان با طفلکان بیرون شدند ** شادمان تا خیمه‌ی شه آمدند
  • Yeni doğurmuş olan her kadın, hileden, kahırdan emin bir halde şehirden çıkıp meydana yöneldi. 945
  • هر زن نوزاده بیرون شد ز شهر ** سوی میدان غافل از دستان و قهر
  • Kadınların hepsi toplanınca erkek çocukları analarının kucaklarından aldılar.
  • چون زنان جمله بدو گرد آمدند ** هرچه بود آن نر ز مادر بستدند
  • Düşman doğmasına, felâket artmasın diye güya ihtiyata riayet ederek başlarını kestiler.
  • سر بریدندش که اینست احتیاط ** تا نروید خصم و نفزاید خباط
  • Musa’nın vücuda gelmesi, memurların İmran’ın evine gelmeleri, Musa’nın anasına, Musa’yı ateşe at diye vahiy edilmesi
  • بوجود آمدن موسی و آمدن عوانان به خانه‌ی عمران و وحی آمدن به مادر موسی کی موسی را در آتش انداز
  • Musa’yı doğurmuş olan İmran’ın karısına gelince elini, eteğini çekmiş, o kargaşalıktan, o toz dumandan kurtulmuştu.
  • خود زن عمران که موسی برده بود ** دامن اندر چید از آن آشوب و دود
  • Fakat o alçak Firavun, evlere de hafiye olarak ebeler gönderdi.
  • آن زنان قابله در خانه‌ها ** بهر جاسوسی فرستاد آن دغا
  • “Burada bir çocuk var. Anası, ürktüğü, şüphelendiği için meydana gelmedi. 950
  • غمز کردندش که اینجا کودکیست ** نامد او میدان که در وهم و شکیست
  • Bu sokakta güzel bir kadın var, bir de çocuk doğurmuş… Fakat pek akıllı, pek tedbirli bir kadın” diye kovaladılar.
  • اندرین کوچه یکی زیبا زنیست ** کودکی دارد ولیکن پرفنیست
  • Bunun üzerine memurlar eve gelince Musa’nın anası, Allah emriyle Musa’yı tandıra attı.
  • پس عوانان آمدند او طفل را ** در تنور انداخت از امر خدا
  • Bilen Allah’tan kadına “Bu çocuğun aslı Halil’dendir.
  • وحی آمد سوی زن زان با خبر ** که ز اصل آن خلیلست این پسر
  • Ey ateş, soğu, yakma emrinin koruması yüzünden ateş yakmaz, bir zarar vermez” diye vahiy gelmişti.
  • عصمت یا نار کونی باردا ** لا تکون النار حرا شاردا
  • Kadın, vahiy üzerine Musa’yı ateşe attı. Fakat ateş Musa’yı yakmadı. 955
  • زن بوحی انداخت او را در شرر ** بر تن موسی نکرد آتش اثر
  • Memurlar, bunu görünce meyus olup muratlarına erişmediler, çekilip gittiler. Fakat kovucular, yine bu işi anlayıp,
  • پس عوانان بی مراد آن سو شدند ** باز غمازان کز آن واقف بدند
  • Firavundan birkaç para koparmak için memurlara macerayı anlattılar.
  • با عوانان ماجرا بر داشتند ** پیش فرعون از برای دانگ چند