English    Türkçe    فارسی   

2
1191-1215

  • هست لبیکی که نتوانی شنید ** لیک سر تا پای بتوانی چشید
  • Fakat bu “ lebbeyk” öyle bir “Lebbeyk” tir ki onu işitemezsin ama baştan aşağıya kadar bütün vücudunla tadabilirsin.
  • کلوخ انداختن تشنه از سر دیوار در جوی آب
  • Susuz birisinin duvarın üstünden ırmağa taş, topaç atması
  • بر لب جو بود دیواری بلند ** بر سر دیوار تشنه‏ی دردمند
  • Bir ırmak kıyısında yüksek bir duvar vardı. Duvarın üstünde dertli bir susuz duruyordu.
  • مانعش از آب آن دیوار بود ** از پی آب او چو ماهی زار بود
  • Suya erişmesine o duvar mâniydi. Susuz adam, âdeta su için balık gibi çırpınmaktaydı.
  • ناگهان انداخت او خشتی در آب ** بانگ آب آمد به گوشش چون خطاب‏
  • Birden suya bir kerpiç parçası attı. Suyun sesi bir göz gibi kulağına geldi.
  • چون خطاب یار شیرین لذیذ ** مست کرد آن بانگ آبش چون نبیذ 1195
  • O ses, tatlı bir sevgilinin sesi gibiydi. O ses, adamı şarap gibi sarhoş etmişti.
  • از صفای بانگ آب آن ممتحن ** گشت خشت انداز ز آن جا خشت‏کن‏
  • O mihnetlere düşmüş adam, suyun temiz sesinden hoşlanıp duvardan kerpiç kopararak suya atmaya başladı.
  • آب می‏زد بانگ یعنی هی ترا ** فایده چه زین زدن خشتی مرا
  • Su sanki “Ey adam, bana taş atmadan ne fayda elde ediyorsun ki?” diye bağırmaktaydı.
  • تشنه گفت آیا مرا دو فایده است ** من از این صنعت ندارم هیچ دست‏
  • Susuz dedi ki. “ Ey su, iki fayda var. Onun için ben bu işten el çekmem.
  • فایده‏ی اول سماع بانگ آب ** کاو بود مر تشنگان را چون رباب‏
  • Birinci fayda şu: Su sesini duymak, susuzlara rebap dinlemek gibi.
  • بانگ او چون بانگ اسرافیل شد ** مرده را زین زندگی تحویل شد 1200
  • Su sesi İsrafil’in sesine benziyor. Ölü bile bu sesten hayat bulmada.
  • یا چو بانگ رعد ایام بهار ** باغ می‏یابد از او چندین نگار
  • Yahut bu ses, bahar günlerindeki gök gürültüsü sesini andırıyor. Bu ses yüzünden bağlar, bahçeler, ne kadar güzelleşiyor, çiçeklerle dolar.
  • یا چو بر درویش ایام زکات ** یا چو بر محبوس پیغام نجات‏
  • Yahut yoksula zekât zamanını geldiği söylenmiş, mahpusa kurtuluş müjdesi verilmiş gibi.
  • چون دم رحمان بود کان از یمن ** می‏رسد سوی محمد بی‏دهن‏
  • Muhammet’e Yemen’den gelen ve ağızsız söylenen Rahman nefesine.
  • یا چو بوی احمد مرسل بود ** کان به عاصی در شفاعت می‏رسد
  • Yahut âsilere şefaate gelen Ahmed’in,
  • یا چو بوی یوسف خوب لطیف ** می‏زند بر جان یعقوب نحیف‏ 1205
  • Yahut da zayıf Yakub’un canına erişen güzel ve lâtif Yusuf’un kokusuna benziyor.
  • فایده‏ی دیگر که هر خشتی کز این ** بر کنم آیم سوی ماء معین‏
  • Öbür faydası da duvardan koparıp tertemiz suya attığım her taş, her kerpiç parçası,
  • کز کمی خشت دیوار بلند ** پست‏تر گردد به هر دفعه که کند
  • Yüksek duvarı biraz daha alçaltıyor, her defasında duvar biraz daha inmiş oluyor.
  • پستی دیوار قربی می‏شود ** فصل او درمان وصلی می‏بود
  • Duvarın alçalması, suya yaklaşmama sebep olmakta. Duvarın ortadan kalkması vuslata çare bulmakta.”
  • سجده آمد کندن خشت لزب ** موجب قربی که و اسجد و اقترب‏
  • Duvardaki o taşları, kerpiçleri koparmak “Secde et de yaklaş” ayetindeki yakınlığı mucip olan secdedir.
  • تا که این دیوار عالی گردن است ** مانع این سر فرود آوردن است‏ 1210
  • Duvarın boynu yüksekken bu baş indirmeğe mânidir.
  • سجده نتوان کرد بر آب حیات ** تا نیابم زین تن خاکی نجات‏
  • Bu toprak bedenden kurtulmadıkça Âbıhayata secde edemem.
  • بر سر دیوار هر کاو تشنه‏تر ** زودتر بر می‏کند خشت و مدر
  • Duvar üstündekilerden en fazla susuz kimse; taşı, topacı en çabuk koparıp atan da odur.
  • هر که عاشق تر بود بر بانگ آب ** او کلوخ زفت تر کند از حجاب‏
  • Suyun sesine en fazla âşık olan duvardan en büyük taşı koparıp atar.
  • او ز بانگ آب پر می تا عنق ** نشنود بیگانه جز بانگ بلق‏
  • O adam, suyun sesinden, âdeta boğazına kadar şaraba batmışçasına neşelenir. Yabancı kişi ise kerpicin suya düşünce bluk diye çıkardığı sesten başka bir şey duymaz.
  • ای خنک آن را که او ایام پیش ** مغتنم دارد گزارد وام خویش‏ 1215
  • Ne mutlu o kişiye ki gençlik çağını ganimet bilir de borcunu öder.