English    Türkçe    فارسی   

2
29-53

  • هین به جاروب زبان گردی مکن ** چشم را از خس ره آوردی مکن‏
  • Sakın dil süpürgesiyle ona toz kondurma. Göze tozu toprağı hediye götürme.
  • چون که مومن آینه‏ی مومن بود ** روی او ز آلودگی ایمن بود 30
  • Zira mümin, müminin aynası olunca yüzü buğulanmadan kurtulur.
  • یار آیینه ست جان را در حزن ** در رخ آیینه‏ای جان دم مزن‏
  • Mahzunluk zamanında dost, can aynasıdır. Aynanın yüzünü nefesle buğulandırma.
  • تا نپوشد روی خود را در دمت ** دم فرو خوردن بباید هر دمت‏
  • Nefesinden buğulanıp yüzünü senden örtmemesi için her nefeste soluğunu tutman lâzım.
  • کم ز خاکی چون که خاکی یار یافت ** از بهاری صد هزار انوار یافت‏
  • Topraktan aşağı mısın ki? Toprak bile sevgiliyi bulunca bir bahar yüzünden yüz binlerce çiçeğe kavuştu.
  • آن درختی کاو شود با یار جفت ** از هوای خوش ز سر تا پا شکفت‏
  • O yaş ağaç, sevgiliyle buluşunca hoş bir hava yüzünden baştan ayağa açıldı, donandı.
  • در خزان چون دید او یار خلاف ** در کشید او رو و سر زیر لحاف‏ 35
  • Fakat gözün aykırı bir dost görünce başını, yüzünü yorgana çekti.
  • گفت یار بد بلا آشفتن است ** چون که او آمد طریقم خفتن است‏
  • “Kötü dostla ünsiyet, belâya bulaşmaktır. Mademki o geldi, bana uyumak düşer.
  • پس بخسپم باشم اصحاب کهف ** به ز دقیانوس آن محبوس لهف
  • Uyuyayım da Eshabı Kehf’ten olayım. O sıkıntıda o minnette mahpus kalmak, Dıkyanus’tan iyi” dedi.
  • یقظه شان مصروف دقیانوس بود ** خوابشان سرمایه‏ی ناموس بود
  • Eshabı kehf’in uyanıklığı, Dıkyanus’a kulluk etmekti. Fakat uykuları; şereflerini, haysiyetlerini korumuş oldu.
  • خواب بیداری ست چون با دانش است ** وای بیداری که با نادان نشست‏
  • Bilgiyle uyumak uyanıklıktır. Vay bilgisizle oturan uyanık kişiye!
  • چون که زاغان خیمه بر بهمن زدند ** بلبلان پنهان شدند و تن زدند 40
  • Kargalar, güz mevsimi otağlarını kurdular mı, bülbüller gizlenir ve susarlar.
  • ز آنکه بی‏گل‏زار بلبل خامش است ** غیبت خورشید بیداری کش است‏
  • Çünkü gül bahçesi olmayınca, bülbül sükût eder. Güneşin kayboluşu, uyanıklığı öldürür.
  • آفتابا ترک این گلشن کنی ** تا که تحت الارض را روشن کنی‏
  • Ey güneş! Sen yeraltını aydınlatmak üzere bu gül bahçesini terk ediyorsun.
  • آفتاب معرفت را نقل نیست ** مشرق او غیر جان و عقل نیست‏
  • Fakat marifet güneşi, bir yerden bir yere gitmez, o güneş dolunmaz. Onun tanyeri akıl ve candan başka bir yer değildir.
  • خاصه خورشید کمالی کان سری ست ** روز و شب کردار او روشنگری ست‏
  • Hele işi gücü; gündüz olsun gece olsun, âlemi aydınlatmak olan o cihanın kemal güneşi hiç kaybolmaz.
  • مطلع شمس آی گر اسکندری ** بعد از آن هر جا روی نیکوفری‏ 45
  • İskender’sen gün doğusuna gel. Ondan sonra nereye gidersen nurlusun, kuvvetlisin!
  • بعد از آن هر جا روی مشرق شود ** شرقها بر مغربت عاشق شود
  • Ondan sonra nereye varsan orası doğu olur; doğrular senin batına âşık kesilir.
  • حس خفاشت سوی مغرب دوان ** حس در پاشت سوی مشرق روان‏
  • Senin yarasa duygun batıya doğru koşmakta, inciler saçan duygun da doğuya doğru akmakta.
  • راه حس راه خران است ای سوار ** ای خران را تو مزاحم شرم دار
  • Ey atlı! Duygu yolu, eşeklerin yoludur. Ey eşeklere karışan, utan!
  • پنج حسی هست جز این پنج حس ** آن چو زر سرخ و این حسها چو مس‏
  • Bu beş duygudan başka beş duygu daha vardır. O duygular kırmızı altın gibidir, bunlar bakır gibi.
  • اندر آن بازار کایشان ماهرند ** حس مس را چون حس زر کی خرند 50
  • Tanıyışta, anlayışta mahareti olanlar, o pazarda nasıl olur da bakır duyguyu altın duygu gibi alırlar?
  • حس ابدان قوت ظلمت می‏خورد ** حس جان از آفتابی می‏چرد
  • Bedenlerin duygusu, zulmet gıdası yemekte, can duygusuysa bir güneşten çerezlenmekte.
  • ای ببرده رخت حسها سوی غیب ** دست چون موسی برون آور ز جیب‏
  • Ey duygularını derleyip toplayarak gayp âlemine götüren! Musa gibi elini koynundan çıkar.
  • ای صفاتت آفتاب معرفت ** و آفتاب چرخ بند یک صفت‏
  • Ey sıfatları marifet güneşi olan! Bu âlem güneşi, bir sıfatla mukayyettir.