English    Türkçe    فارسی   

3
3180-3204

  • کو غلام ما مگر سرگشته شد ** یا بدو گرگی رسید و کشته شد 3180
  • Kölemiz nerede? Acaba birisi mi öldürdü, yoksa kurt mu paraladı da öldü?” demeye başladı.
  • چون بیامد پیش گفتش کیستی ** از یمن زادی و یا ترکیستی
  • Köle yanına gelince “Sen kimsin?” Yemenli misin, Türk müsün?
  • گو غلامم را چه کردی راست گو ** گر بکشتی وا نما حیلت مجو
  • Söyle, doğru söyle… Kölemi ne yaptın? Öldürdüysen gizleme, hileye sapma!” dedi.
  • گفت اگر کشتم بتو چون آمدم ** چون به پای خود درین خون آمدم
  • Köle dedi ki: “Öldürmüş olsam yanına nasıl gelirim,
  • کو غلام من بگفت اینک منم ** کرد دست فضل یزدان روشنم
  • Kendi ayağımla kanımı döktürmeye gelir miyim hiç?
  • هی چه می‌گویی غلام من کجاست ** هین نخواهی رست از من جز براست 3185
  • Bey, “Hey ne söylüyorsun, kölem nerede benim? Doğruyu söylemekten başka çare yok, kurtulamazsın elimden “ dedi.
  • گفت اسرار ترا با آن غلام ** جمله وا گویم یکایک من تمام
  • Köle dedi ki: “Köleyle arandaki sırları birer birer tamamıyla söyleyeyim…
  • زان زمانی که خریدی تو مرا ** تا به اکنون باز گویم ماجرا
  • Beni satın aldığın zamandan şimdiye kadar ne gelmiş geçmişse anlatayım da,
  • تا بدانی که همانم در وجود ** گرچه از شبدیز من صبحی گشود
  • Kapkara vücudumdan bir sabah açılmış olmakla beraber senin kölen olduğumu anla!”
  • رنگ دیگر شد ولیکن جان پاک ** فارغ از رنگست و از ارکان و خاک
  • Kölenin rengi değişti ama tertemiz ruhun rengi yoktur ki… Ruhun ne rengi vardır, ne unsurlara bağlıdır, ne toprağa mensuptur!
  • تن‌شناسان زود ما را گم کنند ** آب‌نوشان ترک مشک و خم کنند 3190
  • Yalnız teni tanıyanlar, bizi çabucak kaybederler… Su içenler, tulumu da bırakırlar, küpü de!
  • جان‌شناسان از عددها فارغ‌اند ** غرقه‌ی دریای بی‌چونند و چند
  • Fakat canı tanıyanların sayılarla işleri yoktur. Onlar, keyfiyetsiz ve kemiyetsiz olan denize gark olmuşlardır!
  • جان شو و از راه جان جان را شناس ** یار بینش شو نه فرزند قیاس
  • Can ol da can yoluyla canı tanı! Görüş dostu ol, kıyas oğlanı değil!
  • چون ملک با عقل یک سررشته‌اند ** بهر حکمت را دو صورت گشته‌اند
  • Melekle akıl, aynı yaradılıştadır hikmeti var da iki suret oldu.
  • آن ملک چون مرغ بال و پر گرفت ** وین خرد بگذاشت پر و فر گرفت
  • Melek, kuş gibi kanatlı olmuş; akıl, kanadı bırakmış, nura bürünmüştür.
  • لاجرم هر دو مناصر آمدند ** هر دو خوش رو پشت همدیگر شدند 3195
  • Hulâsa ikisini de manası aynı olduğundan, ikisinin de hakikati bir olduğundan o iki güzel, birbirlerine arka olmuşlar, birbirlerine yardımcı kesilmişlerdir.
  • هم ملک هم عقل حق را واجدی ** هر دو آدم را معین و ساجدی
  • Melek de Hakk’ı bulmuştur, akıl da. Her ikisi de Âdem’ yardımda bulunmuş, her ikisi de Âdem’e secde etmiştir.
  • نفس و شیطان بوده ز اول واحدی ** بوده آدم را عدو و حاسدی
  • Nefisle Şeytan’sa ezelden bir olduğundan Âdem’e düşmandır, ona haset edip durur.
  • آنک آدم را بدن دید او رمید ** و آنک نور متمن دید او خمید
  • Âdem’i bedenden ibaret gören ondan kaçmış ona secde etmemiştir. Fakat onu emniyete mahzar olmuş bir nur olarak gören, karşısında eğildi, secde etti.
  • آن دو دیده‌روشنان بودند ازین ** وین دو را دیده ندیده غیر طین
  • Melekle aklın… O ikisinin gözleri Âdem’i görüp nurlandı. Şeytan’la nefsin… Bu ikisinin gözleri, Âdem’i ancak toprak olarak gördü.
  • این بیان اکنون چو خر بر یخ بماند ** چون نشاید بر جهود انجیل خواند 3200
  • Bu anlatışım da işte kara saplanmış eşek gibi kalakaldı. Yahudi’ye İncil okunamaz ki!
  • کی توان با شیعه گفتن از عمر ** کی توان بربط زدن در پیش کر
  • Şia’ya Ömer’den bahsedilebilir mi? Sağırın yanında kopuz çalınabilir mi?
  • لیک گر در ده به گوشه یک کسست ** های هویی که برآوردم بسست
  • Fakat köyün bir bucağında tek bir adam bile varsa bu hayhuyum kâfidir, o anlatmıştır ya, yeter!
  • مستحق شرح را سنگ و کلوخ ** ناطقی گردد مشرح با رسوخ
  • Anlatılması icap eden şeyi taşlar, kerpiçler bile dile gelir de anlayana adamakıllı anlatır!
  • بیان آنک حق تعالی هرچه داد و آفرید از سماوات و ارضین و اعیان و اعراض همه باستدعاء حاجت آفرید خود را محتاج چیزی باید کردن تا بدهد کی امن یجیب المضطر اذا دعاه اضطرار گواه استحقاقست
  • Allah, göklerden, yerlerden, ârazdan, âyandan ne verdi ve ne yarattıysa hepsini de ihtiyaca karşılık olarak vermiş, yaratmıştır. Bir şeye muhtaç olmalı, o ihtiyacı elde etmeli ki Allah ihsan etsin. “Allah, bunalan kişinin duasını kabul eder.” Bunalma, bir şeye hak kazanmış olmaya şahittir.
  • آن نیاز مریمی بودست و درد ** که چنان طفلی سخن آغاز کرد
  • Küçücük bir çocuk olan İsa’yı dile getirip konuşturan, Meryem’in derde düşüp niyaz etmesidir.