- 
		   چند گلگونه بمالید از بطر  ** سفرهی رویش نشد پوشیدهتر    1270
- 1270.Yüzüne neşeyle birkaç kere allık sürdü; fakat pörsümüş suratını bir türlü boya tutmadı.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عشرهای مصحف از جا میبرید  ** میبچفسانید بر رو آن پلید 
- Kuran’ın aşır başlarındaki tezhipleri kesti, pis mundar suratına yapıştırdı.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    تا که سفرهی روی او پنهان شود  ** تا نگین حلقهی خوبان شود 
- Bu suretle yüzünün buruşuklarını örtmek, güzeller halkasına yüzük taşı olmak istiyordu.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عشرها بر روی هر جا مینهاد  ** چونک بر میبست چادر میفتاد 
- O tezhipli yerleri yapıştırdıkça yapıştırıyor, fakat çarşafını giydi mi hepsi yere düşüyordu.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    باز او آن عشرها را با خدو  ** میبچفسانید بر اطراف رو 
- Yine onları alıp tükürüklüyor, yüzüne yapıştırıyor,
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   باز چادر راست کردی آن تکین  ** عشرها افتادی از رو بر زمین    1275
- Fakat yine çarşafına büründü mü hepsi, yere dökülüyordu.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون بسی میکرد فن و آن میفتاد  ** گفت صد لعنت بر آن ابلیس باد 
- Bir hayli çalıştı, çabaladı. Nihayet şeytana yüzlerce lânet dedi.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    شد مصور آن زمان ابلیس زود  ** گفت ای قحبهی قدید بیورود 
- Bu sözü der demez İblis göründü de dedi ki: A kademsiz kadit olmuş, kurumuş, kokmuş kahpe!
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    من همه عمر این نیندیشیدهام  ** نه ز جز تو قحبهای این دیدهام 
- Ben bütün ömrümde bunu düşünmediğim gibi senden başka da bu işi yapan kahpe görmedim.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    تخم نادر در فضیحت کاشتی  ** در جهان تو مصحفی نگذاشتی 
- Kötülükte acayip bir tohum ektin, âlemde musaf bırakmadın.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   صد بلیسی تو خمیس اندر خمیس  ** ترک من گوی ای عجوزهی دردبیس    1280
- Sen şeytan ordusunda yüz tane şeytan ordususun. A pis kocakarı, bırak beni!
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چند دزدی عشر از علم کتاب  ** تا شود رویت ملون همچو سیب 
- Yüzün elma gibi kızarsın diye kitap bilgisinden nice aşirler çaldın.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چند دزدی حرف مردان خدا  ** تا فروشی و ستانی مرحبا 
- Satmak ve onlarla kendine şeref ve mevki satın almak için Allah erlerinin nice sözlerini aşırdın.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    رنگ بر بسته ترا گلگون نکرد  ** شاخ بر بسته فن عرجون نکرد 
- Fakat eğreti renk senin yüzünü kızartmadı. Hurma ağacına bağlanan dal, hurma vazifesini görmedi.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عاقبت چون چادر مرگت رسد  ** از رخت این عشرها اندر فتد 
- Sonunda ölüm çarşafı gelip seni bürüdü mü bütün bu ziynetler, yanağından düştü.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   چونک آید خیزخیزان رحیل  ** گم شود زان پس فنون قال و قیل    1285
- O göç zamanının “Hadi... kalk, kalk” sesi geldi mi bütün dedikodular yok olur gider.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عالم خاموشی آید پیش بیست  ** وای آنک در درون انسیش نیست 
- Sükût âlemi gelir çatar. Bari sen, o gelmeden sus. Vay o kişiye ki ölümle ünsiyeti yoktur!
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    صیقلی کن یک دو روزی سینه را  ** دفتر خود ساز آن آیینه را 
- Gönlünü bir iki günceğiz cilâla da o aynayı kendine defter edin.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    که ز سایهی یوسف صاحبقران  ** شد زلیخای عجوز از سر جوان 
- Sahip kıran Yusuf’un sayesinde Züleyha yeni baştan gençleşti.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    میشود مبدل به خورشید تموز  ** آن مزاح بارد برد العجوز 
- Kocakarı soğuğunun o soğukluğu, temmuz güneşiyle değişiverir.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   میشود مبدل بسوز مریمی  ** شاخ لب خشکی به نخلی خرمی    1290
- Meryem’in sızıldanışıyla kurumuş hurma dalı yeşerir, hurma verir.
 
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ای عجوزه چند کوشی با قضا  ** نقد جو اکنون رها کن ما مضی 
- A kocakarı, kaza ve kaderle niceye bir savaşıp duracaksın, geçmişi bırak da eldekini ara.
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    چون رخت را نیست در خوبی امید  ** خواه گلگونه نه و خواهی مداد 
- Mademki yüzünün güzelleşmesine imkân yok; ister allık sür, ister kara mürekkep!
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  حکایت آن رنجور کی طبیب درو اومید صحت ندید 
- Hekimin iyileşmesinden ümit kestiği hasta
 
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    آن یکی رنجور شد سوی طبیب  ** گفت نبضم را فرو بین ای لبیب 
- Birisi hastalandı. Hekime gidip dedi ki: Nabzımı ele al da,
 
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    که ز نبض آگه شوی بر حال دل  ** که رگ دستست با دل متصل 
- İçimdeki derdi anla. Çünkü nabızdaki damar, kalbe ulaşır.