-
شاه چون از محو شد سوی وجود ** چشم مریخیش آن خون کرده بود
- Padişah, mahiv âleminden varlık âlemine gelinceye kadar Mirrih yıldızı gibi kan dökücü olan gözü, o kanı dökmüş gitmişti.
-
چون به ترکش بنگرید آن بینظیر ** دید کم از ترکشش یک چوبه تیر
- O eşsiz padişah tirkeşine bakınca gördü ki bir ok yok.
-
گفت کو آن تیر و از حق باز جست ** گفت که اندر حلق او کز تیر تست
- Tanrı etrafında fırlayan o ok nerde? dedi. Onun boğazındaki ok, senin attığın ok diye cevap geldi.
-
عفو کرد آن شاه دریادل ولی ** آمده بد تیر اه بر مقتلی
- O deryadil padişah affetti ama ne fayda. Ok, can alacak yerine raslamıştı.
-
کشته شد در نوحهی او میگریست ** اوست جمله هم کشنده و هم ولیست 4870
- Şehzade öldürüldü. Fakat ona padişah yas tutup ağlamaya koyuldu, öldüren de o, öldürülene veli olan da o.
-
ور نباشد هر دو او پس کل نیست ** هم کشندهی خلق و هم ماتمکنیست
- İkisi de o olmasa kül değildir. O, hem halkı öldürür, hem yasını tutar.
-
شکر میکرد آن شهید زردخد ** کان بزد بر جسم و بر معنی نزد
- O benzi sararmış şehit de, bedenimi okladı, mânamı değil ya diye şükretmedeydi.
-
جسم ظاهر عاقبت خود رفتنیست ** تا ابد معنی بخواهد شاد زیست
- Zâhirî beden, nihayet gideceği yere gidecek. Fakat mâna, ebediyen neşeli bir surette yaşıyacak.
-
آن عتاب ار رفت هم بر پوست رفت ** دوست بیآزار سوی دوست رفت
- Darılmada ancak bedendeydi. Sevgili incinmeden sevgiliyle kavuştu.
-
گرچه او فتراک شاهنشه گرفت ** آخر از عین الکمال او ره گرفت 4875
- Gerçi şehzade, o padişahlar padişahının terkisine yapıştı, fakat nihayet göze geldi, yolu tutup gitti.
-
و آن سوم کاهلترین هر سه بود ** صورت و معنی به کلی او ربود
- Üçüncü kardeşleri, her üçünün de en tembeliydi; fakat suret bakımından da öndülü o kaptı, mâna bakımından da.
-
وصیت کردن آن شخص کی بعد از من او برد مال مرا از سه فرزند من کی کاهلترست
- Bir adamın, benden sonra malımı üç oğlumun en tembeli hangisiyse o alsın diye vasiyette bulunması
-
آن یکی شخص به وقت مرگ خویش ** گفت بود اندر وصیت پیشپیش
- Bir adam, ölürken peşin peşin vasiyette bulunmaktaydı.
-
سه پسر بودش چو سه سرو روان ** وقف ایشان کرده او جان و روان
- Yürüyen selviye benzer üç oğlu vardı. Canını, malını onlara vakfetmişti.
-
گفت هرچه در کفم کاله و زرست ** او برد زین هر سه کو کاهلترست
- Dedi ki: Elimizde ne kadar kumaşım, ne kadat altınım varsa bu üçünden en tembelinin.
-
گفت با قاضی و پس اندرز کرد ** بعد از آن جام شراب مرگ خورد 4880
- Kadıya vasiyetini söyledi, bir hayli öğütlerde bulunduktan sonra ecel şerbetini içti.
-
گفته فرزندان به قاضی کای کریم ** نگذریم از حکم او ما سه یتیم
- Oğulları kadıya dediler ki: Ey kerem sahibi, üçümüz de yetimiz. Babamızın hükmünden dışarı çıkmayız.
-
سمع و طاعه میکنیم او راست دست ** آنچه او فرمود بر ما نافذست // ما چو اسماعیل ز ابراهیم خود ** سر نپیچیم ارچه قربان میکند
- Biz, İsmail gibi bizi kurban bile etse İbrahimimizden baş çevirmez, ona isyan etmeyiz.
-
گفت قاضی هر یکی با عاقلیش ** تا بگوید قصهای از کاهلیش
- Kadı dedi ki: Her birimiz akıllıca tembelliğine ait bir hikâye söylesin de
-
تا ببینم کاهلی هر یکی ** تا بدانم حال هر یک بیشکی 4885
- Bakalım hangimiz daha tembel. Her birinizin halini anlıyayım bir kere şüphem kalmasın.
-
عارفان از دو جهان کاهلترند ** زانک بی شد یار خرمن میبرند
- Arifler, iki âleme de aldırış etmezler. İki âlemde de tembeldir onlar. Çünkü nadassız harman devşirirler.
-
کاهلی را کردهاند ایشان سند ** کار ایشان را چو یزدان میکند
- Onlar, tembelliğini senet edinmişlerdir. Çünkü onların işini Tanrı başarır.
-
کار یزدان را نمیبینند عام ** مینیاسایند از کد صبح و شام
- Halk, Tanrı'nın işini görmez. Bu yüzden de sabah akşam dilencilikten vazgeçerler.
-
هین ز حد کاهلی گویید باز ** تا بدانم حد آن از کشف راز
- Evet, tembelliğinizi söyleyin de sırrınızı anlayayım, tembelliğinizin derecesini bileyim.
-
بیگمان که هر زبان پردهی دلست ** چون بجنبد پرده سرها واصلست 4890
- Şüphe yok her dil, gönüle perdedir. Perde deprendi mi sırlara erilir.